Kiss the rain -Yiruma ☆彡

26 Mart 2015 Perşembe

GÜL KURABİYE

Gülün zarif görüntüsünde saklı özel tat...




Malzemeler:
125 gram margarin (yarım paket)
1 yumurta
2 kahve fincanı pudra şekeri
2 yemek kaşığı kakao
1 paket vanilya
1 paket hamur kabartma tozu
3 su bardağı + 1 çay bardağı un (silme)
1 yemek kaşığı nişasta

Öncelikle oda sıcaklığında yumuşamış olan margarini ve kakao hariç diğer malzemeleri sırasıylaekleyerek kurabiye hamurunu hazırlıyoruz.Daha sonra hamuru iki eşit parçaya bölüyoruz.Böldüğümüz hamurun birine kakao ekleyerek tekrar yoğuruyoruz.Oklava ile her iki hamuru iyice açıp çay bardağı ile daireler kesiyoruz.Görseldeki gibi bir beyaz bir kakao olmak üzere4 hamuru üst üste getirerek yuvarlayarak ve tam ortadan keserek 2 adet gülü oluşturuyoruz.Margarinle
yağlayıp unladığımız tepside 170 dereceli fırında pişiriyoruz.
                                                                                                                                            Afiyet olsun.

21 Mart 2015 Cumartesi

DÜNYA DOWN SENDROMU FARKINDALIK GÜNÜ

                                                         Sevimli meleklerimiz ...                                                                                     Hastalık değil,farkındalık demek daha güzel bir tanım aslında...

21 Mart Down Sendromu Farkındalık Günü kapsamında çeşitli etkinlikler düzenleniyor. Down sendromu, genetik düzensizlik sonucu insanın 21′inci kromozom çiftinde fazladan bir kromozom bulunması durumu ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan hastalığa verilen isimdir.
Doç. Dr. Barış Ekici “Down sendromu tanısı yaşamın ilk günlerinde yapılacak kromozom analizi ile konulabilir. Bu bebeklerde görülen bazı fiziksel özellikler çekik küçük gözler, basık burun, kısa parmaklar, kıvrık serçe parmak, kalın ense, avuç içindeki tek çizgi, ayak başparmağının diğer parmaklardan daha açık olmasıdır. Down sendromlu çocuklarda sıklıkla kalp ve nörolojik sorunlar da görülür” dedi.
Erken dönemde fizyoterapi gerekir
Down sendromlu bebeklerde ilk ortaya çıkan nörolojik sorun gevşekliktir. Beyin gelişiminin daha yavaş olması yanında eklemlerin daha yumuşak oluşu gevşekliği artırır. Bu bebeklerin motor gelişimi yaşıtlarının gerisinde kalır. Ortalama yürüme yaşı 2 ila 2.5 arasındadır. Erken dönemde başlanacak fizyoterapi ve rehabilitasyon ile gevşekliğin üstesinden gelmek mümkündür. Bunun dışında down sendromlu bebeklerin yüzde 5-13'ünde sara krizleri ortaya çıkar. Sara krizleri özellikle 1 yaşından önce görülür. İnfantil spazm denilen bu nöbetlerin erken tanınması mental kapasitenin korunması açısından önemlidir. Down sendromlu bebeklerde görülen sara krizleri tedaviye iyi yanıt verir. Yaşamın ilerleyen yıllarında dirençli nöbetler nadiren görülür.

DOWN SENDROMU KENDİ İÇİNDE KAÇ ÇEŞİDE AYRILIR?

Trizomi 21: Bütün hücreler ekstra bir 21. kromozama sahiptir. Down sendromlu insanların % 94'ü bu gruptadır.
Translokasyon: Ekstra 21. kromozom başka bir kromozoma bağlanır. Down sendromlu insanların %4'ü bu gruptadır.
Mozaik: Hücrelerin bir kısmı ekstra bir 21. Kromozama sahiptir. Down sendromlu insanların % 2'si bu gruptadır.

DOWN SENDROMU'NA SAHİP OLAN KİŞİLERİN ÖZELLİKLERİ NELERDİR?
Down Sendromlular'da görülen bazı fiziksel özellikler: Çekik küçük gözler, basık burun, kısa parmaklar, kıvrık serçe parmak, kalın ense, avuç içindeki tek çizgi, ayak baş parmağının diğer parmaklardan daha açık olmasıdır. Bu özelliklerin hepsi veya birkaçı görülebilir.

Down Sendromlu bebekler istisnalar olmakla beraber yaşıtlarından daha yavaş büyürler. Zihinsel gelişimleri geriden gelmektedir. Bu gerilik, yaş büyüdükçe daha belirgin olarak gözükmekte, ama uygun eğitim programları ile Down Sendromlu çocuklar da pek çok başarıya imza atmakta ve toplum hayatı içinde anlamlı hayatlar kurabilmektedirler. Burada düzenli ve disiplinli bir eğitim programı ve bol tekrar en önemli faktördür.

Down Sendromlu bireyler genel olarak yaşıtlarından daha kısa boylu olurlar ve metabolizmalarının yavaş çalışması nedeni ile
doğru beslenme alışkanlığı edinmezlerse ileri yaşlarda kilo problemi yaşayabilirler.




18 Mart 2015 Çarşamba

18 MART ÇANAKKALE ZAFERİ

 
Bugün 18 Mart 2015 Çanakkale Zaferi'nin 100.yılı
Üzerinde yaşadığımız yüce toprak uğruna 253.000 şehit verdik.Bu onurlu mücadelede askerlerimizin galibiyeti ve düşman devletlerinin geri çekilmesi sonucunda Çanakkale Zaferi bir efsane oldu.Ruhları şad olsun! Allah onlardan razı olsun!                                            NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE !!!


KENDİ CENAZE NAMAZINI KILDILAR
Bütün dudaklar kıpır kıpır dualar okuyor, kelime-i şehadet getiriyor. Süre uzuyor. Yüzbaşı erlere sesleniyor...
"Yavrularım... Aslanlarım... Biraz sonra Cenab-ı Rabb'ül Alem'in huzuruna varacağız. Abdestsiz gitmeyelim... Haydi !
Tüfeklerimizin kabzalarına ellerimizi sürüp, hep beraber teyemmüm edelim..."
Teyemmüm edilir... Bekleme devam etmektedir. Biraz sonra Yüzbaşı;
" Çocuklarım... Sanıyorum biraz daha bekleyeceğiz...Önümüzde biraz daha zaman var. İleride arkadaşlarımız şehit oluyor.
Hem onlar için, hem de vakit varken, kendi cenaze namazımızı kendimiz kılalım..."

" Kabe Karşımızda... "
Arkadan Of'lu Ali çavuş bağırır. " ER KİŞİ NİYETİNE... "Rabbim onlardan ebediyen razı olsun.Ruhları şad mekanları cennet olsun.




SEYİT ONBAŞI

Çanakkale Savaşları'nda Deniz Savaşları sırasında Seddü'l- bahir açıklarında bulunan düşman gemileri Morto Koyu ile Seddü' l- bahir tepesini sürekli bombardıman altına almışlardı. Türk mukavemeti gittikçe azalıyordu. Kendilerini Allah' ın koruyuculuğuna bırakan Türk birlikleri şehitlik mertebesine ulaşmayı arzu edercesine, kaçmak yerine son gayretleriyle mücadele ediyorlardı. Bu sırada bir İngiliz gemisinden atılan büyük bir bomba Morto Koyu sırtlarındaki bir topçu birliğimizi toptan imha etti. İçlerinden yalnızca Seyid Ali Çavuş kurtulmuştu. Çavuş etrafındaki manzara karşısında duyduğu ızdırap ile dünyada eşine az rastlanacak bir olay gerçekleştirdi. Duyduğu acı ile normalde üç kişinin zor taşıdığı 257 kiloluk bombayı yerinden tek başına kaldırdı, taşıdı, topun namlusuna sürdü ve ateşledi. Bu mermi gideceği yeri de biliyordu. Queen Elizabeth gemisinin bacasından içeri girdi ve gemi ortadan ikiye ayrılarak battı. Burada, 257 okkalık bir mermiyi kaldırarak olağanüstülük gösteren Seyit Ali Onbaşı ile ilgili menkıbeyi Mehmet İhsan GENİŞÇAN, eserinde şöyle anlatıyor: " Ne hikmetse bataryada tek top ayakta kalabilmiş, fakat onun da vinci kırılmış olduğundan mermileri namluya sürülemiyordu. Yüzbaşı Hilmi Bey , etrafından birilerinden yardım alabilmek düşüncesiyle bataryadan uzaklaştığı sırada Niğdeli Ali ile Koca Seyit ümitsiz ve perişan ne yapacaklarını düşünüyorlardı. " Ulu ve yüce Allah' tan başka hiçbir güç ve kuvvet yoktur. " duası Seyit' in ağzından nûr tanesi gibi dökülmeye başladı. Seyit Ali, bu duayı defalarca okudu. Bu yakarış şüphesiz hiç kimseninkine benzemiyordu. Aşk ile kendinden geçmesi ve 257 okkalık top mermisini kucaklayıp omzuna alması bir oldu. Demir basamakları tam üç kez inip çıktı. Yanında bulunan Niğdeli Ali, Seyit ' in göğüs ve omuz kemiklerinin çatırtısını duyuyor, hayret ve dehşet içinde kalıyordu. Topun namlusuna sürülen üçüncü mermi savaşın kaderini böylece değiştiren olayı yaratmış ve İngilizler' e ait "Ocean" isimli zırhlı, bu merminin isabetiyle korkunç yara almıştır. Aynı gün geç saatlerde Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevki Kumandanı Cevat Paşa, ödül olarak Seyit' e onbaşılık rütbesini verdi. Merminin bir defada kendi huzurunda kaldırılmasını istedi. Bunun üzerine Seyit Onbaşı, Cevat Paşa' ya şu cevabı verdi: " Ben bu mermileri kaldırırken gönlüm, Allah'ın feyziyle doldu. Ancak bu kuvvetin sırrı o anda bana Allah' ın ihsan ettiği bir vergi idi. Bu ağırlığı kaldıracak kadar bir makam varmışsam bu dua ve rıza ile olmuştur. Ancak şimdi kaldırmam mümkün değildir kumandanım.

15 Mart 2015 Pazar

MERYL STREEP

Kendimizi,okuduğumuz satırlarda buluruz kimi zaman...


Kırklı yaşlardan sonra farkındalıklarım…
Bazı şeyler için artık sabrım yok; ukala biri haline geldiğim için değil, aksine hayatımda artık beni mutsuz eden ya da üzen şeyler ile vaktimi daha fazla kaybetmek istemediğim bir noktaya ulaştığım için…
Laf sokmalara, haddinden fazla eleştirilere ve hangi türden olursa olsun talep ve beklentilere artık sabrım yok.
Benden hoşlanmayan insanları memnun etmeye, beni sevmeyen insanları sevmeye ve bana gülümsemeyen insanlara gülümsemeye yönelik arzumu kaybettim.
Artık yalan söyleyen ve beni yönetmek isteyen insanlara bir tek dakika bile harcamak istemiyorum.
Oyunların, ikiyüzlülüğün, sahtekarlıkların ve ucuz övgülerin olduğu ortamlarda bulunmak istemiyorum.
Çok bilmişliğe ve akademik ukalalığa tahammülüm yok.
Aynı şekilde boş dedikodulara da bulaşmak istemiyorum.
Uyuşmazlıklardan ve karşılaştırmalardan nefret ediyorum.
Farklılıklardan, hatta zıtlıklardan oluşan bir dünyaya inanıyorum, bu nedenle katı ve toleransı olmayan olan insanlardan kaçınıyorum.
Arkadaşlıkta sadakatsizlikten ve ihanetten hoşlanmıyorum.
Birisine nasıl iltifat edileceğini ya da cesaretlendirmek için ne diyeceğini bilmeyen insanlarla bir arada olamıyorum.
Abartılar beni sıkıyor.
Ve her şeyin de üzerinde, sabrımı hak etmeyen hiç kimseye sabrım yok...

MERYL STREEP

12 Mart 2015 Perşembe

12 MART İSTİKLAL MARŞI'NIN KABULÜ

 Ne Mutlu ki Cumhuriyet kadınıyım! Ruhun şad olsun,onurlu yüce insan Mehmet Akif ERSOY !         Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal ATATÜRK,İstiklal Marşı'mızın şairi Mehmet Akif ERSOY'u,tüm İstiklal kahramanlarımızı ve şehitlerimizi minnet ve rahmetle anıyorum.

12 Mart İstiklal Marşı'nın Kabulü ve Mehmet Akif Ersoy'u Anma Günü

Bugün İstiklal Marşı'nın kabulü ve Mehmet Akif Ersoy'u Anma Günü!                                                 İstiklal Marşı'nın kabulü üzerinden tam olarak 94 yıl geçti. 12 Mart 1921 tarihinde İstiklal Marşı'nın kabulü gerçekleşti.

 İstiklâl Marşı ,İstiklâl Marşı, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin[1] millî marşı. Mehmet Âkif Ersoy tarafından kaleme alınan bu eser, 12 Mart 1921'de Birinci TBMM tarafından "İstiklâl Marşı" olarak kabul edilmiştir.

Tarihçe

Türk Kurtuluş Savaşı'nın başlarında, İstiklâl Harbi'nin milli bir ruh içerisinde kazanılması imkânını sağlamak amacıyla Maarif Vekaleti, 1921'de bir güfte yarışması düzenlemiş, söz konusu yarışmaya toplam 724 şiir katılmıştır. Kazanan güfteye para ödülü konduğu için önce yarışmaya katılmak istemeyen Burdur milletvekili Mehmet Âkif Ersoy, Maarif Vekili Hamdullah Suphi'nin ısrarı üzerine, Ankara'daki Taceddin Dergahı'nda yazdığı ve İstiklal Harbi'ni verecek olan Türk Ordusu'na hitap ettiği şiirini yarışmaya koymuştur. Yapılan elemeler sonucu Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 12 Mart 1921 tarihli oturumunda, bazı mebusların itirazlarına rağmen Mehmet Âkif'in yazdığı şiir coşkulu alkışlarla[2] kabul edilmiştir. Mecliste İstiklâl Marşı'nı okuyan ilk kişi dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver olmuştur.[3][4][5]
Mehmet Âkif Ersoy İstiklâl Marşı'nın güftesini, şiirlerini topladığı Safahat'a dahil etmemiş ve İstiklâl Marşı'nın Türk Milleti'nin eseri olduğunu beyan etmiştir.
Şiirin bestelenmesi için açılan ikinci yarışmaya 24 besteci katılmış, 1924 yılında Ankara'da toplanan seçici kurul, Ali Rıfat Çağatay'ın bestesini kabul etmiştir.[6] Bu beste 1930 yılına kadar çalındıysa da 1930'da değiştirilerek, dönemin Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefi Osman Zeki Üngör'ün 1922'de hazırladığı bugünkü beste yürürlüğe konmuş, toplamda dokuz dörtlük ve bir beşlikten oluşan marşın armonilemesini Edgar Manas, bando düzenlemesini de İhsan Servet Künçer yapmıştır. Üngör'ün yakın dostu Cemal Reşit Rey'le yapılmış olan bir röportajda da kendisinin belirttiğine göre aslında başka bir güfte üzerine yapılmıştır ve İstiklal Marşı olması düşünülerek bestelenmemiştir. Söz ve melodide yer yer görülen uyum (Prozodi) eksikliğinin (örneğin "Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak" mısrası ezgili okunduğunda "şafaklarda" sözcüğü iki müzikal cümle arasında bölünmüştür) esas sebebi de budur. Protokol gereği, sadece ilk iki dörtlük beste eşliğinde İstiklâl Marşı olarak söylenmektedir.
 


İSTİKLÂL MARŞI VE MEHMET ÂKİF ERSOY
























Açıklama  : Ankara... Ya Rabbî, ne heyecanlı, helecanlı günler geçirmiştik... Hele Bursa’nın düştüğü gün...

Ya Sakarya günleri... Fakat bir gün bile ümidimizi kaybetmedik, asla yese düşmedik. Zaten başka türlü çalışılabilir miydik? Ne topumuz vardı ne tüfeğimiz... Fakat imanımız büyüktü:

Doğacaktır, sana vaadettiği günler Hakk’ın!...
Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın...

Bu, ümitle, imanla yazılır. O zamanı düşünün... İmanım olmasaydı yazabilir miydim. Zaten ben, başka türlü düşünüp, başka türlü yazanlardan değilim. Bu elimden gelmez. İçimde ne varsa, bütün duygularım yazılarımdadır...

O günler ne samimi, ne heyecanlı günlerdi. O şiir, milletin o günkü heyecanının bir ifadesidir. Binbir fecayi karşısında bunalan ruhların ıstıraplar içinde halâs dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o marş, o günlerin kıymetli bir hatırasıdır. O şiir bir daha yazılmaz.. Onu kimse yazamaz.. Onu ben de yazamam.. Onu yazmak için o günleri yaşamak lazım. O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur..





Allah bir daha bu millete bir İstiklâl Marşı yazdırmasın!..





Mehmet Âkif ERSOY











l





10 Mart 2015 Salı

PORTAKALLI İRMİK TATLISI

                                                             ENFES BİR TAT !!!
        

  Klasik irmik tatlısına cheesecake görünümü veren şık ve leziz bir alternatif tatlı tarifi...
Aslında çok bilinen sütlü irmik tatlısına portakal eşliğinde muhteşem bir görünüm katabilir,lezzetine lezzet katabilirsiniz.Ben irmik tatlısını portakallı,limonlu,vişneli,çikolata soslu hazırlayıp,her bir tarifimi farklı sunumlarla servis ediyorum misafirlerime.Bu tarifimi ilk yaptığımda çocuklarım cheesecake zannettiler ve çok beğendiler.İlerleyen zamanlarda diğer irmikli tatlı tariflerimi de yayınlayacağım.

    Malzemeler: 1 litre süt
                         10 yemek kaşığı irmik
                         15 yemek kaşığı toz şeker
                         1 paket vanilya
                         1 portakal kabuğu rendesi

Alt tabanı için: 1 paket kakaolu petibör bisküvi
                           4 çorba kaşığı eritilmiş tereyağ (margarin de olabilir)  

          Sos için: 2.5 su bardağı portakal suyu
                           3 çorba kaşığı nişasta
                           4 çorba kaşığı toz şeker
                           İnce kesilmiş portakal dilimleri

Bisküviyi elinizle toz haline getirin.Erittiğiniz yağı da ekleyerek iyice karıştırın.Servis edeceğiniz tabağın içine kelepçeli kalıbın sadece kelepçesini koyarak,içine bisküvi harcını ilave edip elinizle iyice düzleştirin.Buzdolabına kaldırın.Daha sonra malzemeler bölümündeki portakal kabuğu rendesi ve vanilya en son eklenmek üzere irmikli muhallebiyi pişirin.Buzdolabından çıkarttığınız bisküvinin kenar kısımlarına ince dilimlenmiş portakal dilimlerini sıralayın.Pişirdiğiniz muhallebiyi biraz çırparak bisküvinin üzerine dökün.Bu sırada portakal peltesinin sosunu pişirin ve ılıkken muhallebinin üzerine dökün.Buzdolabında birkaç saat bekletip servis yapacağınız zaman kelepçesini açın.Görsellerim size yardımcı olacaktır.Umarım sizler de beğenirsiniz...
                                                                                                                         Afiyet olsun.

6 Mart 2015 Cuma

FIRIN SÜTLAÇ

Geleneksel tatlılarımızdan bir tanesidir fırın sütlaç.Tercihim fırında yapmak. Leziz, farklı bir tat bırakıyor damakta.Ayrıca görsellik açısından da sunumu hoş bir tatlı.





Malzemeler:                                                                                                                                                  1 litre süt
1 çay bardağı pirinç
1.5 su bardağı toz şeker
2 yemek kaşığı pirinç unu
1 yumurta sarısı
1 paket vanilya

Yapılışı:
Öncelikle pirinçleri yıkayıp üzerini örtecek kadar su ekleyerek iyice haşlayın.Bir tencereye süt,toz şeker,yumurta sarısı,vanilya ilave edip,şeker eridikten sonra haşlanmış pirinçleri de ekleyerek orta ateşte pişirin.Daha sonra 2 yemek kaşığı pirinç ununu su ile incelterek pişmekte olan tatlıya ekleyin,bir süre kaynadıktan ve kıvam aldıktan sonra ocaktan alın.
Güveç kaplarının içine içine sütlacı paylaştırın.Fırın tepsisinin içine dizin,güveçlerin yarısına gelecek şekilde tepsiyi su ile doldurun.Önceden ısıtılmış 200 dereceli fırında,fırınınızın üst bölümünü çalıştırarak,tatlıların üzeri kızarıncaya dek pişirin.Tatlılar ılıyınca buzdolabında bekletip soğuk servis edin.                                                                                                          Afiyet olsun...

Not:Tepsiye su koymamızın sebebi;ocakta pişen sütlacın tekrar fırında pişmeden sadece üzerinin kızarmasını sağlamaktır.Ayrıca pirinç ununu özellikle tercih ediyorum tatlının lezzetini arttırıyor.Klasik sütlaç tarifinde 1 su bardağı toz şeker kullanırken,fırında yaptığım zaman 1.5 su bardağı toz şeker kullanıyorum.

                                                                                                   Enfes bir tat deneyin derim...