Kiss the rain -Yiruma ☆彡

29 Ekim 2016 Cumartesi

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI

                    Cumhuriyetimizin 93.yılı kutlu olsun.                                                                                   Cumhuriyet yönetiminde egemenlik kayıtsız,şartsız milletindir.Ulu önder Mustafa Kemal ATATÜRK'ün de belirttiği gibi ;Türk ulusunun yaradılışına ve yaşantısına en uygun olan yönetim şekli Cumhuriyet'tir.Ne mutlu ki CUMHURİYET kadınıyım!Bizler,ATATÜRK'ün bekçileriyiz.Yetiştirdiğimiz çocuklarımız ve gençlerimiz de bu yolda,bu zihniyette ilerleyerek Türkiye Cumhuriyeti'ni sonsuza dek yaşatacaklardır.            
Ulu önder Mustafa Kemal ATATÜRK ve silah arkadaşlarının,tüm şehitlerimizin ruhu şad olsun...
 Nice çağdaş yıllar kutlamak dileğiyle... ~ Emire Nişli~

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyetin onuncu yılı kutlamalarının yapıldığı 29 Ekim 1933 tarihinde verdiği 10.Yıl Nutku'nda, bu günü en büyük bayram olarak nitelendirmiştir.

Osmanlı Devleti, hüküm sürdüğü 624 yılda 36 padişah tarafından yönetilmiştir.
Padişah, şah, kral, hakan, imparator, sultan gibi tek kişiye dayalı yönetim sistemine "mutlakiyet" adı verilmiştir. Mutlakiyet yönetiminde egemenlik kayıtsız şartsız, tek bir kişidedir.
Mutlakiyetle yönetilen ülkelerde ülkeyi yöneten kişiye yardımcı olması için meclis kurulurdu. Meclis üyeleri halkın isteklerini yöneticiye duyurur, yasa tasarısını hazırlardı. Bu yasa taslakları yönetici tarafından benimsendiğinde yasalaşırdı. Bu yönetim biçimi ise "meşrutiyet"tir. Meşrutiyette meclisin yetkileri sembolik düzeyde olabileceği gibi bir cumhuriyetteki kadar geniş de olabilir. Osmanlı Devleti'nde 1876 ve 1908 yıllarında olmak üzere iki kez meşrutiyet ilan edilmiştir.
İkinci Meşrutiyet'in ilanından 6 yıl sonra, 1914'te I. Dünya Savaşı başlamıştır. Dört yıl süren savaş, İttifak Devletleri ile birlikte olan Osmanlı İmparatorluğu'nun yenik sayılmasıyla sonuçlanmış ve Osmanlı toprakları İngiltere, Yunanistan, Fransa, İtalya gibi devletler tarafından işgal edilmeye başlamıştır.
Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919'da Osmanlı hükümeti tarafından, bölgede düzeni sağlaması için devletinin bir gemisi ile Samsun'a gönderilmiştir. Ülkenin çoğu ilindekongreler düzenlemiş ve "Tek bir egemenlik var, o da milli egemenliktir. Milletin egemenliğini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır." ilkesiyle, yurdun her tarafından gelen ulus temsilcilerini 23 Nisan 1920 günü Ankara'da Büyük Millet Meclisi'nde toplamıştır. Meclis Mustafa Kemal Paşa'yı 'Meclis Başkanı' seçmiştir. Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde Büyük Millet Meclisi, Türk Kurtuluş Savaşı'nı başlatmıştır. Halk ve düzenli ordular düşman kuvvetlerine karşı savaş vermiş, omuz omuza mücadele etmiştir.
Kurtuluş Savaşı'nın zaferle sonuçlanmasının ardından TBMM 1 Kasım 1922'de saltanatı kaldırmıştır. Padişah Vahdettin, 'vatan haini' ilan edilmiş ve yurdu terk etmiştir.
24 Temmuz 1923 günü İsviçre’nin Lozan şehrindeki Lozan Üniversitesi'nde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileri ile İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya,Bulgaristan, Portekiz, Belçika, SSCB ve Yugoslavya temsilcileri Lozan Barış Antlaşması'nı imzalamıştır. Bu antlaşma ile yeni bir devletin temelleri atılmış fakat devletin yönetim biçimi henüz belirlenmemiştir.
İkinci dönem Büyük Millet Meclisi, 11 Ağustos'ta ilk toplantısını yapmıştır ve 13 Ekim'de Ankara, başkent ilan edilmiştir. Bu dönemde Atatürk, egemenliğin ulusa dayandığı bir sistem olan cumhuriyet yönetiminin ilanı için hazırlıklar yapmaya başlamıştı. Atatürk 28 Ekim akşamı yakın arkadaşlarını Çankaya'da yemeğe çağırmış ve "Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz," demiştir.
29 Ekim günü Atatürk, milletvekilleri ile görüştükten sonra taslağı hazırlanan "Cumhuriyet" önergesini Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne vermiştir. Meclis önergeyi kabul etmiştir ve böylece Türkiye Devleti'nin yeni yönetimi biçimi Cumhuriyet, yeni ismi "Türkiye Cumhuriyeti Devleti" olarak belirlenmiştir. Atatürk, kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin ilkcumhurbaşkanı olmuştur. Halk da cumhuriyetin ilanını sevinç ve coşku ile karşılamıştır.
Cumhuriyette, Atatürk'ün de söylediği gibi, egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur. Ulus, kendini yönetme yetkisini, kendilerine temsil eden milletvekilleri aracılığı ile kullanır. Cumhuriyet yönetiminde, yurttaşın seçme ve seçilme hakkı vardır. Seçilen temsilciler, yasaları tasarlar ve yöneticileri ulus adına denetler. Ulus, seçimle yöneticileri seçebilir.

~Bayram kabul edilmesi~
29 Ekim 1923'te TBMM, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu (1921 Anayasası)’nda yaptığı değişiklikle, devletin yönetim biçimini cumhuriyet olarak ilan etmiştir. Aynı gece bu ilan, atılan 101 pare top ile kutlanmıştır. 1924 yılında ise cumhuriyetin ilanı şenliklerle kutlanmıştır.
2 Şubat 1925'te, Hariciye Vekaleti'nce (Dışişleri Bakanlığı) düzenlenen bir kanun teklifinde 29 Ekim'in bayram olması önerilmiştir.[2] Bu teklif Meclis Anayasa Komisyonu tarafından incelenmiş ve 18 Nisan'da karara bağlanmıştır. 19 Nisan'da ise teklif TBMM tarafından kabul edilmiştir. 628 sayılı bu kanun ile 29 Ekim, 1925'ten itibaren ülke içinde ve dış temsilciliklerde  bayram olarak kutlanmaya başlamıştır.






10.YIL MARŞI

Onuncu Yıl Marşı, Cumhuriyet'in 10. yıl kutlamaları için 1933'de düzenlenen marş yarışmasının galibi marştır.
Sözleri :
Behçet Kemal Çağlar ve Faruk Nafiz Çamlıbel'e aittir.
Marşın bestesini Cemal Reşit Rey yapmıştır.
Cemal Reşit Rey uzun süre uğraşıp, herkesin coşku ile birlikte söyleyeceği bir marş oluşturmaya çalışır. Ancak ağabeyi Ekrem Reşit'e yaptığı çalışmayı bir türlü beğendiremez. Sonunda mehter ritmi gelir aklına Cemal Bey'in, besteyi yapar ve herkesin rahatlıkla söyleyebileceği bir eser çıkar ortaya.
Ankara 'da eseri piyanoda çalarak kendi seslendirir. Marşı değerlendirecek olan heyetin içinde bulunan dönemin Milli Eğitim Bakanı Cemal Bey'in "cumhuriyet" sözcüğünde majörden minöre geçtiğini bunu da cumhuriyeti küçük düşürmek için yaptığını iddia eder ancak Cemal Reşit şu örnekle durumu kurtarır:
"Minör küçük anlamına gelir ama müzikte bu anlamda kullanılmaz. Beethoven'in Napoleone'un kahramanlıkları için yazdığı Eroica'nın ikinci bölümü de do minör tonundadır."
Jüride bulunan bir başkası ise bir kahramanlık öyküsü olan Marseillaise'in de minör tonundan olduğunu söyleyince durum tatlıya bağlanır. Türkiye Cumhuriyeti'nin 10. Yıl Marşı böylece ortaya çıkmış olur. Bu marşın ardından Cemal Reşit, Yedek subay Marşı, Denizciler Marşı, Himaye-i Etfalin isimli çocuk marşı ile
Atatürk için 100. Yıl Marşı'nı besteler..

CUMHURİYETİN 10.YIL MARŞI
Çıktık açık alınla on yılda her savaştan
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan
Başta bütün dünyanın saydığı başkumandan
Demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan
Türküz Cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi
Türk'e durmak yaraşmaz Türk önde Türk ileri.

Bir hızda kötülüğü geriliği boğarız
Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız
Türküz bütün başlardan üstün olan başlarız
Tarihten önce vardık tarihten sonra varız
Türküz Cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi
Türk'e durmak yaraşmaz Türk önde Türk ileri.

Çizerek kanımızla öz yurdun haritasını
Dindirdik memleketin yıllardır süren yasını
Bütünledik her yönden istiklal kavgasını
Bütün dünya öğrendi istiklal kavgasını
Türküz Cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi
Türk'e durmak yaraşmaz Türk önde Türk ileri.

Örnektir milletlere açtığımız yeni iz
İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kütleyiz
Uyduk görüşte bilgi, gidişte ülküye biz
Tersine dönse dünya yolumuzdan dönmeyiz.
Türküz Cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi
Türk'e durmak yaraşmaz Türk önde Türk ileri.

Serdar Vatansever farkı ile yaşayalım marşımızın coşkusunu.

28 Ekim 2016 Cuma

28 EKİM 1923 ~M.KEMAL ATATÜRK

Tarihte bugün: 28 EKİM GECE SAAT 20.30
Mustafa Kemal Paşa, Çankaya Köşkü'nde 1923'te verdiği akşam yemeğinde, ''yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz'' dedi.


Atatürk, 28 Ekim 1923 akşamı İsmet Paşa, Kazım Paşa ve misafir milletvekilleri ile yemek yediği bir kare.
             28 ekim ve atatürk akşam yemeği ile ilgili görsel sonucu
       
          
Cumhuriyetin İlanı, milletin yönetilme şeklinin belirlenmiş olduğu, Atatürk'ün siyasi devrimlerinden bir tanesidir.Türk Kurtuluş Savaşı sırasında kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 25 Ekim 1923 günü gelişen bir kabine bunalımı, Büyük Millet Meclisi’nde çalışma güçlüğünü ortaya çıkardı. Saltanatın kaldırılmasının ve Lozan Antlaşması'nın ardından TBMM'de en çok tartışılan konulardan biri, yeni devletin niteliği sorunuydu. Hükümetinin dayandığı prensipler demokratikti ama bir taraftan da adı "Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti" idi. Kendisi bir hükümet olan TBMM'nin ayrı bir hükümeti ve bu hükümeti yönetecek bir başbakanının bulunmaması, meclis içinden bakanların seçiminde adayların gerekli oyu sağlamakta güçlük çekmeleri, sürekli sorunlara yol açmaktaydı. Bu şekil demokrasi idarelerinden hiç birine benzemiyordu.Atatürk'ün tavsiyesi ile 27 Ekim 1923'te Ali Fethi (Okyar) Bey başkanlığındaki hükümetin istifası ve Cumhuriyet Halk Partisi grubunun yeni hükümet listesi üstünde anlaşmaya varamaması üzerine,Atatürk 28 Ekim gecesi arkadaşlarını toplayarak sorunun gerçek çözümüyle ilgili düşüncesini açıkladı ve İsmet İnönü'yle o gece, devletin niteliğinin cumhuriyet olduğunu saptayan bir yasa tasarısı hazırladı.

28 Ekim 1923 günü akşamına kadar kabine kurulamaması üzerine, Gazi Mustafa Kemal Paşa, Çankaya köşkünde yemek sırasında arkadaşlarına; “Yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz” diyerek görüşünü açıkladı. 29 Ekim günü Halk Fırkası Meclis Grubunda, Bakanlar Kurulunun oluşturulması konusunda tartışıldı. Sorun çözülemeyince, Gazi Mustafa Kemal Paşa’dan düşüncelerini açıklaması istendi. Mustafa Kemal Paşa, bunalımdan çıkış yolunu Anayasanın değiştirilmesi zorunluluğu ile açıkladı. Cumhuriyetin ilanını hedefleyen tasarıyı da grubun bilgisine sundu. Grupta cereyan eden uzun müzakereler sonunda, Cumhuriyetin ilanı kabul edildi. Parti Grubu’ndan sonra, Meclis toplanarak hazırlanan kanun tasarısını aynen kabul etti. “Yaşasın Cumhuriyet” sesleri arasında gece saat 20.30’da Cumhuriyet ilan edildi. Cumhuriyetin ilanı 1921 tarihli Anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesine dair 364 No.’lu Kanunun kabulü ile olmuştur. Bu kanunla, Anayasanın 1, 2 , 4, 10, 11 ve 12’nci maddeleri önemli ölçüde değiştirilmiştir. Bu önemli değişiklikler, 29 Ekim günü yapılmış ve aynı gün, Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılarak, Gazi Mustafa Kemal Paşa oybirliğiyle yeni Türk Devletinin ilk Cumhurbaşkanı seçilmiştir.

Aynı toplantıda Büyük Millet Meclisi oy birliği ile Cumhurbaşkanlığına Ankara Milletvekili Gazi Mustafa Kemal'i seçti. Türkiye'nin ilk Cumhurbaşkanı vakur ve sevinçli bir yüz ile kürsüye çıktığı zaman büyük bir alkış kopmuş, bu sürekli alkışlar arasında konuşan Mustafa Kemal, "Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır" cümlesiyle konuşmasına son vermiştir.

25 Ekim 2016 Salı

AŞIK VEYSEL (Çarık Hikayesi)

Aşık Veysel'in kendisini terk edip giden eşinin çarık hikayesinin gerçek olmadığını büyük oğlu Ahmet Şatıroğlu doğruladı. Belki de yıllarca masumane bir hikaye olarak dilden dile dolaşan bu efsane benim yüreğimi sızlattığı gibi birçoğumuzun da yüreğinde, aklında ince bir sızı olarak yer etmiştir. Aşık Veysel'in o sefalet yıllarında tomar parası zaten hiç olmamış ki olsaydı bile oğlunun deyimiyle asla kendini aldatıp giden kadınının çarığına para koyacak karakterde bir Adam olamazmış. İşte yıllar boyu süregelen bir yanlış hikayeyi Veysel'in büyük oğlu Ahmet Şatıroğlu bu röportajda dile getirmiş. Ayrıca, karısı bir başına bırakıp gittiğinde Veysel’in kucağında henüz altı aylık kızı varmış. İki yıl yaşadıktan sonra o da hayata gözlerini yummuş.
Röportajı gerçekleştiren küçük kızımız Doğa Eker'e teşekkürler.
Peki nedir bu hikaye diyenler için paylaşıyorum.
                     aşık veyselin yanlış bilinen hikayesi ile ilgili görsel sonucu

Aşık Veysel’in eşi Esma kadın diğer köylü kadınlarına nispeten güzeldir.Ancak kadın kocasını sevmiyor ve onu, işlere bakması için aldıkları hizmetkarla aldatıyor. Sevgilisiyle her akşam evinin bahçesinde buluşuyorlar. Bu olay yaklaşık 3 yıl sürüyor.
Ve sonunda kaçmaya karar veriyorlar. Sevgilisi yine evin bahçesine geliyor.
Kadınla beraber kaçmaya başlıyorlar.
Ancak köy yerinde ne araba, ne de başka bir taşıma aracı var. Kadınla adam yakalanma korkusuyla töre korkusuyla koşuyorlar, koşuyorlar, koşuyorlar…
Sonunda nefesleri tıkanıyor ve dinlenmek için duruyorlar.
Arkaya baktıklarında kimsenin olmadığını anlayınca iyice rahatlıyorlar.
Kadın sevgilisine kaçmaya başladıklarından beri çarığının altında bir şey olduğunu ve rahatsız ettiğini söylüyor. Çarığını çıkardığında gördüğüne inanamıyor. Bir tomar para. Anlıyor ki parayı kocası (Aşık Veysel) çarığına koymuş.
AŞIK VEYSEL kadının kaçacağını anlayıp yolda çaresiz kalmasınlar diye.
“Bende bu kadının yıllarca emeği var. Yıllarca bana baktı önüme bir
tas çorba getirdi” deyip, ona para bırakıyor!

AŞIK VEYSEL( Doğumgünü)

Bugün dünyaca ünlü halk ozanımız Aşık Veysel'in doğumgünüdür. Kendisini rahmetle anarken; hayatı ve eserleri hakkında bilgi vermek isterim. Aşık Veysel, dizelerinde sevgiyi kardeşliği, doğayı, ölümü, eşsiz bir üslupla betimlemiştir. Gözleri görmese de gönül gözüyle bizlere aktardığı iç dünyasının inanılmaz güzelliğini sözlerinde, dizelerinde, şiirlerinde bulabiliriz.


Aşık Veysel 1894 yılında Sivas’ın hiç bilinmeyen, dünyadan kopuk bir köyünde doğmuştur. Bu yıllarda bütün Osmanlı ülkesinde olduğu gibi her yerde açlık ve kıtlık vardı. Sivrialan köyü de bunlardan daha da iyi değildi. Köyün üretimi çok düşüktü. Üretim yapacak erkeklerin büyük bir çoğunluğu Yemen ve diğer Arap çöllerinde savaşta ölmüştü. Kalanların bir kısmı askerdi. Veysel’in gençlik yılları yalnızlıkla geçiyordu. Köye arada bir yaşlı halk ozanları, ocakzade dedeler ve Bektaşi babaları uğruyordu. Veysel'in yaşamının en mutsuz anlarıydı bu zamanlar.


Veysel’i mutsuz eden etmenlerin başında gözlerinin görmemesi değil, yaşıtlarının asker olmasıydı. O’nu en çok seferberlik yılları etkilemişti. Ülke bir işgalden, bir de despot ve unutulmuşluktan kurtarılacaktı. Kendisinin bunda payının olmaması onda derin izler bırakıyordu. İlerki aşamalarda yazdığını vatan ve yurt sevgisi şiirleri bu düşünce ve duyguların dışa vurumu olacaktı.

Aşık Veysel'in Sivas'ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde yaşayan akrabası ve komşuları, birleştirici yönü, yapıcı kişiliği, sadeliği, mütevaziliği, titizliği ve sazına olan bağlılığıyla hatırladıkları halk ozanının bir özelliğini de şöyle vurguluyorlar...

"Sazına teli kendi takardı ve çaldıktan sonra da sazını öpmeden asla yere koymazdı"

Her şeyden evvel Veysel ümmi değildi. Veysel el ve gözleriyle değil. Gönlüyle okuyup yazıyordu. Okulu yöredeki Bektaşi dergahları, öğretmenleri, dede ve babalardı. Etkileşimi ise yörenin büyük ozanları ve arkadaş ilişkileriydi. Kimdir bunlar?

Veysel 1931 Sivas Aşıklar Bayramına kadar bu özetlenen kişiler ve çevrenin etkisindedir. Söylediği türküler usta malı deyiş ve samahlarla aşık amadır. Aşıklar Bayramı Veysel'i farklı bir yöne taşımasına karşın o yine de geçmişiyle geleceğini birlikte yürütmüştür.

Veysel’i var eden koşullar geçmişidir, ilişkileri ve çevresidir. Sonrası bu birikimler üzerinden yürümüştür. Bu temel olmasa, Veysel de olamazdı.

Cumhuriyet devrimlerine sıkı sıkıya bağlı olması, ve sürekli Atatürk devrimlerini seslendirme de Cumhuriyet aydınının payı da büyüktür. Bunların başında Ahmet Kutsi Tecer, Sabahattin Eyüboğlu, halkevleri, Köy Enstitüleri gelmektedir. Tecer’in deyimiyle Veysel’in varolan dili bu dönem çözüldü. Bu konuyu Aşık Veysel şöyle ifade ediyor ‘Tecer dilimizin bağını çözdü çok şükür” Aşık Veysel’i değerlendirenler Cumhuriyetteki yerini iyi saptıyorlar. Çünkü değerlendirmeler sonraki dönemi ne ilişkindir. Bu tarzdan bakınca şu yargıya katılmamak elde değil. “Cumhuriyetten sonra gelen A.Kutsi Tecer’lerin, A. Muhip Dranasların, Orhan Veli ve Cahit Sıtkıların yeri Veysel’in yeridir.”

Halk şiirine kazandırdıklarıyla halk kültürünün zenginleşmesini sağlayan ünlü ozan, tarihimize yaptığı tanıklığı dizelerine yansıtarak, Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu ve bu günlere gelişimizi şiirlerine yansıtmıştır. Bir vatanın nasıl işgalden kurtarıldığını, Anadolu insanının hangi şartlarda mücadele ederek tek yumruk olduğunu, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün yeni Türkiye Cumhuriyeti'ni hangi şartlarda kurduğunu şiirleriyle anlatan Aşık Veysel Şatıroğlu, vatan sevgisini her zaman yüreğinde hissetmiş, ardından bıraktığı eserleri ile de gençlerimize bu duygularını aktarmıştır. 

Günümüzde önemi daha da iyi anlaşılan insan hakları kavramını o tarihlerden itibaren benimseyen büyük ozan, hemen hemen her şiirinde insan sevgisine değinmiş, toplumda birlik ve beraberlik duygularının gelişmesi yönünde önemli katkılar sağlamıştır. Halk ozanı olmasının yanı sıra topluma ışık tutan aydın kimliği ile de ön plana çıkan Toprak dostu, doğa aşığı Aşık Veysel Şatıroğlu'nun birlik ve beraberlik sembolü eserleriyle insanların kalbinde sevgi ve barış tohumları ekmeye devam edeceğine inanır.

Aşık Veysel kimilerine göre Ozanlık geleneğinin son temsilcisidir.Oysa Veysel ne ozanlık geleneğinde son halka, ne de abartılmış bir kişilik. Oysa Veysel’le ilgili bilinmeyen çok yönler var. Yaşadığımız koşullar Veysel’i daha da güçlü kılacaktır.



Aşık Veysel – Benim Sadık Yarim Kara Topraktır Sözleri
Dost dost diye nice nicesine sarıldım
Dost dost diye nice nicesine sarıldım
Benim sadık yarim kara topraktır
Beyhude dolandım boşa yoruldum
Benim sadık yarim kara topraktır kara topraktır
Nice güzellere bağlandım kaldım bağlandım kaldım
Nice güzellere yar bağlandım kaldım bağlandım kaldım
Ne bir vefa gördüm ne faydalandım
Her türlü isteğimi topraktan aldım
Benim sadık yarim kara topraktır kara topraktır
Koyun verdi kuzu verdi süt verdi verdi süt verdi
Koyun verdi kuzu kuzu verdi süt verdi süt verdi
Yemek verdi ekmek verdi et verdi
Kazma ile döğme döğmeyince kıt verdi
Benim sadık yarim kara topraktır kara topraktır
Ademden bu deme neslim getirdi neslim getirdi
Ademden bu deme yar neslim getirdi neslim getirdi
Bana türlü türlü meyva getirdi
Her gün beni tepe tepesinde götürdü
Benim sadık yarim kara topraktır kara topraktır
Karnın yardım kazma ile belinen ey yar belinen
Karnın yardım kazma kazmayınan belinen ey yar belinen
Yüzün yırttım tırnağınan elinen
Yine beni karşıladı gülünen
Benim sadık yarim kara topraktır kara topraktır
İşkence yaptıkca bana gülerdi bana gülerdi
İşkence yaptıkça ey yar bana gülerdi bana gülerdi
Bunda yalan yoktur bütün herkeste gördü
Bir çekirdek verdi dört bostan verdi
Benim sadık yarim kara  topraktır kara topraktır
Havaya bakarsam hava alırım hava alırım
Havaya bakarsam ey yar hava alırım hava alırım
Toprağa bakarsam dua alırım
Topraktan ayrılırsam ey yar nerde kalırım
Benim sadık yarim kara topraktır kara topraktır
Dileğin varsa ey yar iste ALLAHTAN iste ALLAHTAN
Dileğin varsa ey yar iste ALLAHTAN iste ALLAHTAN
Alman için olsa gitme topraktan
Cömertlik toprağın ey yar verilmiş haktan
Benim sadık yarim kara  topraktır kara topraktır
Hakikat ararsan açık bir nokta açık bir nokta
Hakikat ararsan ey yar açık bir nokta açık bir nokta
ALLAH kula yakın oda ALLAHTAN
Hakkın gizli hazi hazinesi topraktan
Benim sadık yarim kara  topraktır kara topraktır
Bütün kusurları toprak gizliyor toprak gizliyor
Bütün kusurları ey yar toprak gizliyor toprak gizliyor
Merhem çalıp yaraları düzlüyor
Kolun açmış yola yollarını gözlüyor
Benim sadık yarim kara  topraktır kara topraktır
Her kim ki olursa bu sırra mashar bu sırra mashar
Her kim ki olursa ey yar bu sırra mashar bu sırra mashar
Dünyaya bırakıp ölmez bir eser
Dünyali Veysel'i bağrına basar
Benim sadık yarim kara  topraktır kara topraktır.

22 Ekim 2016 Cumartesi

MARILYN MONROE

Dişiliğin Sembolü Güzel Kadın, Marilyn Monroe

 (1 Haziran 1926 - 5 Ağustos 1962; asıl adı Norma Jeane Mortenson), ABD'li sinema oyuncusu, şarkıcı ve model. 20. yüzyılın en ünlü sinema yıldızlarından, seks sembollerinden ve pop ikonlarından biriydi.
Yıllarca küçük rollerde kendini gösterdikten sonra Gentlemen Prefer BlondesHow to Marry a MillionaireSome Like It Hot ve The Seven Year Itch gibi filmlerdeki "aptal sarışın" tiplemesinde gösterdiği komedi yeteneği, seksi cazibesi ve ekrandaki görünüşü 1950'lerde ve 1960'lı yılların başında en popüler film yıldızlarından biri olmasını sağladı. Kariyerinin sonlarına doğru başarısının ölçüsüyle Bus Stop ve The Misfits gibi filmlerde dramatik rollerde de oyunculuğunu gösterdi ve eşi görülmemiş popüler bir ilgi nesnesi haline gelip, kazandığı bu şöhret ile zamanının diğer yıldızlarını geride bıraktı. Film kariyeri sadece on yıl sürmesine rağmen, 1962 yılında öldüğünde oynadığı filmler 200 milyon doları aşkın bir gişe yaptı. Kariyerindeki başarılara ve halkın gözündeki mutlu imajının aksine, özel hayatında yaşadığı hayal kırıklıkları ve güvensizlikleri zaten var olan problemlerini daha da derinleştirdi. Özellikle 1950'li yılların sonuyla 1960'lı yılların başından itibaren yaşadığı çeşitli sağlık sorunları ve kişisel problemleri kariyerine de yansımış ve Monroe'nun çalışması zor ve dengesiz biri olarak kötü ün yapmasına sebep olmuştur. Yine de ölümünden itibaren ünü gitgide artarak tüm zamanların en önemli kültürel figürü ve ikonlarından biri olmuş, sık sık diğer ünlüler tarafından taklit edilmiştir. Ölümü resmi olarak aşırı dozda uyku hapından kaynaklanan muhtemel intihar olarak geçse de ölüm sebebi üzerine pek çok spekülasyon yapılmış,komplo teorileri oluşturulmuştur.
Monroe, 1953 yılında oynadığı "Niagara" filmiyle en sonunda ünlü olabildi. Eleştirmenler filmin karanlık senaryosu kadar, Monroe'nun kamerayla olan uyumuna da odaklandılar. Monroe, bu filmde kocasını öldürmeye çalışan bir kadını canlandırdı.
Bu dönemde bir zamanlar verdiği seksî pozlar ortaya çıktı. Monroe, daha sonra basına çıplak pozlar verdiğini, bunu parasız ve aç kaldığı için yaptığını söyleyerek kariyerini bitirecek olası bir skandaldan kurtulmayı başardı. Bu pozlar, daha sonra Playboy'un ilk sayısında yayınlandı.
Monroe sonraki aylarda çevirdiği "Gentlemen Prefer Blondes" ve "How to Marry a Millionaire" isimli filmlerinin büyük başarı kazanmasıyla A sınıfı aktrisler arasına girdi. Bu filmlerden sonra çevirdiği "River of No Return" ve "There's No Business Like Show Business" isimli filmler ise başarılı olamadı. Yine bu dönemde uzun zamandır birlikte olduğu beyzbol yıldızı Joe Dimaggio ile evlendi. Ancak çift, dokuz ay sonra anlaşmazlık nedeniyle boşandı. Stüdyo başkanı Zanuck'un kendisine ayarladığı aptal sarışın rollerinden sıkılan Monroe, 1955 yılında "The Seven Year Itch" isimli filmini tamamladıktan sonra kontratını iptal ederek New York'daki "Actor's Studio"'ya oyunculuk okumaya gitti. Bu arada kendisine önerilen "The Girl in Pink Tights", "The Girl in the Red Velvet Swing" ve How to Be Very, Very Popular" gibi filmlerde oynamayı ise reddetti. Actors Studio'daki eğitimi sırasında üçüncü eşi yazar Arthur Miller ile tanışan Monroe, daha sonra onunla evlendi.
New York'tayken arkadaşı fotoğrafçı Milton H. Greene ile kendi prodüksiyon şirketi Marilyn Monroe Productions'ı kurdu. Bu arada Monroe'nun yokluğu sırasında stüdyo tarafından seyirciye sunulan Jayne Mansfield ve Sheree North gibi alternatiflerinin başarısız olması ve "The Seven Year Itch" filminin gişedeki başarısı üzerine Zanuck onu geri çağırıp istediği şartları yerine getirerek yeni bir sözleşme yaptı. Monroe, bundan sonra sadece onayladığı senaryolar ve kendi belirlediği yönetmenlerle çalışacak ve Fox dışındaki diğer stüdyolar ile filmler çevirebilecekti. 1955 yılında stüdyo ile yaptığı bu yeni sözleşmeye ve prodüksiyon şirketine bağlı olarak Joshua Logan tarafından yönetilen ilk filmi "Bus Stop"'ı çevirdi. Bu filmdeki salon şarkıcısı Cherie rolüyle kariyerindeki en iyi dramatik performasını göstererek eleştirmenlerden büyük övgü aldı ve Altın Küre Ödülü'ne aday oldu. Bu filmin ardından eşi Arthur Miller'la Londra'ya giderek Laurence Olivier ile birlikte The Prince and the Showgirl isimli filmi çevirdi. Bu filmi eleştirmenlerden karışık eleştiriler almasına ve fazla hasılat yapmamasına rağmen, özellikle Avrupa'da Monroe yine oyunculuğu ile büyük övgü kazandı ve Oscar Ödülü'ne denk ödüller olarak görülen İtalyan David di Donatello ve Fransız Crystal Star Ödülleri'ni kazandı. Aynı zamanda da İngiliz BAFTA ödülüne aday oldu. Filmin tamamlanmasının ardından Londra'dan dönen Monroe hamile olduğunun öğrendi. Ancak bir dış gebelik geçirdiği tespit edilince çocuğunu aldırmak zorunda kaldı.
Hırslıydı ayrıca tutkuluydu... Yaşadığı yasak aşklar onu yıpratmıştı. Özellikle ölmeden önceki son yıllarında psikolojik travmalar geçiriyor ve etrafını da olumsuz etkiliyordu. Güzelliğin sembolü, şöhret basamaklarını hızla tırmanan bu kadın evli ve çocuklu bir erkeğe neden aşık olmuştu? Çünkü o bir kadındı ve kadınların güce aşık olduğunun bir kanıtıydı. Bu güç; fiziksel güçte olabilir, itibarın getirdiği güçte, maddi güçte... O da bu güce kapılmıştı şüphesiz. Ancak kestiremediği birşey vardı. O koskoca ABD başkanına aşıktı ve şahit olacağı bir çok şey vardı. Altından kalkamayacağı bu aşka tutulduğunda, geri dönüşünün olmadığının da farkına varmıştı belki de... Ama aşkını sonuna kadar yaşamak istiyordu... 
Marilyn Monroe görüldüğünün aksine çok kültürlü bir kadındı. Onun bilgi birikimi sürekli okuduğu kitaplardan gelmekteydi ancak Hollywood onun aptal sarışını oynamasını istedi ve de o yıllarca bu rolü üstlendi. Belki de Marilyn Monroe yaşadığı aşktan, toplumun üzerine uydurduğu kılıftan ve geleceğini bulanık görmekten bunaldı ve bir şey yaptı... Evet Marilyn Monroe bir kadının en güzel yaşında yani 36 yaşında veda etti dünyaya... 
Marilyn Monroe Sözleri:
                          "Cinsellik doğanın bir parçası ve ben doğayı çok seviyorum."

                         "Yalnız başına mutsuz olmak biriyle mutsuz olmaktan iyidir."

  "Eğer bir kadına doğru ayakkabıları verirseniz sizin için dünyayı bile fethedebilir."

                     "Ben kelimenin tam anlamıyla bir kadınım ve bunun tadını çıkarıyorum."