Kiss the rain -Yiruma ☆彡

11 Mart 2017 Cumartesi

Yahya Kemal Beyatlı ve Celile Hanım Aşkı ~Sessiz Gemi~




Değerli şairimiz, Nazım Hikmet'in annesi Celile Hikmet, resimleri ile olduğu kadar güzelliği ile de tüm İstanbul’un diline destan bir kadındı. İstanbul sosyetesinin en çok konuşulan kadınları arasındaydı. O günlerde Yahya Kemal, Bahriye’de okuyan genç Nazım Hikmet’in şiir hocası olarak eve gelip gitmeye başlamıştı. Nazım’a verdiği derslerden arta kalan zamanlarda Celile Hanım ile Yahya Kemal sanat ve edebiyatla başlayan uzun sohbetlere başlamışlardı.

Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım’la, Yahya Kemal arasında filizlenen aşk kısa bir süre sonra Celile Hanım’ın anlaşamadığı eşinden boşanmasıyla sonuçlandı.

Tutkuyla, ateşle, kıskançlıklarla dolu tarihin sayfalarının arasına gizlenen aşk başlamış ve alev almıştı. Celile Hanım, artık evlenmek istiyordu.Yahya Kemal bir taraftan kadını deliler gibi kıskanıyor, diğer yandan bu eviliğe yanaşmıyordu.Yahya Kemal deli gibi aşıktı, ama evlenmekten hayatı boyunca korkmuştu.

Belki, böylesi bir kadına hiçbir zaman sahip olamayacağını bilmekten, belki o beraberlikte ters bir olaydan ürkmekten, belki de genç Nazım Hikmet’ten ve etraf ne der diye ürkmekten.
O günlerde Celile Hanım, Yahya Kemal’e bir mektup yazdı, şöyle diyordu:

“Bugün Pazar belki gelirsin diye üç vapurunu pencerede bekledim...
Gelmedin mahzun oldum. Verdiğin konferansa gelmedim, kalabalıktır memnun olmazsın diye, fakat hep aklım sende idi. Çok çok göreceğim geldi. Beni niye aramadın?
Sana gücendim canımın içi, pek göreceğim geldi. Ben o günden beri yani Salı gününden beri evdeyim, dikiş dikiyorum. Evimiz için çalışıyorum.
Hiçbir zaman o evlilik olmadı. Yahya Kemal hep kaçtı o evlilikten.

Yahya Kemal'in, aşkını dile getirdiği olay inanılmazdı.

“1916 yılından 1919 yılına kadar bir kadına deli gibi aşık oldum.
Bu kadın yazın adada otururdu. Ben de orada idim. Deli divane olmuştum.
Sonbahar’da Nişantaşı’ndaki evini düzenlemek için İstanbul’a inerdi.1916 Sonbaharı’nda yine İstanbul’a iniyordu. Ben müthiş muzdariptim.

Artık vapur giderken iskeleden mendil sallamalar, ağlamalar. O gidinceye kadar Ada dopdolu idi. Gider gitmez benim için boşalıverirdi.
Tam o günlerde Berlin Büyükelçisi Hakkı Paşa İstanbul’a dönecek lafı çıktı.
Hakkı Paşa, benimkinin uzaktan akrabası oluyordu ve İstanbul’a geldiğinde geceler düzenler, İstanbul’un bütün güzel kadınlarını çağırırdı.
Benimki de oralara gidecek diye içim burkuluyordu. Hatta kendisine bu endişemi söylemiştim. Gitmeyeceğine yemin etmişti.
Bir gece Ada Oteli’nde otururken, yandaki iki kişinin ‘Berlin Büyükelçisi bu gece davet veriyor. İstanbul’daki bütün güzel kadınlar davetli’ lafını ettiklerini duydum. Müthiş bir acıyla yerimden kalktım. İskeleye doğru gittim. Son vapur çoktan kalkmıştı. Sert bir lodos esiyordu.Deniz karmakarışıktı, ancak ne olursa olsun sandalla Maltepe’ye geçmeye karar verdim. Sandalcılara gittim, yanaşmıyorlardı. Çok para verince biri ikna oldu. Açıldık, bir süre sonra lodos büsbütün arttı. Denizde çalkalanıp duruyorduk. Sandalcı bana küfretmeye başlamıştı.
Ölmek üzereydik, ama ben sadece sevgilimin katıldığı geceyi düşünerek müthiş bir kıskançlık duyuyor ve bir an önce orada olmak istiyordum. Sırılsıklam Maltepe’ye gelebildik. Hemen bir kahvehaneye gidip, araba bulmaya çalıştım. Yoktu. Bunun üzerine Maltepe’den Bostancı’ya yürümeye karar verdim.Tren yoluna çıkarak koşmaya başladım. Maltepe-Bostancı arasının bu kadar uzun olduğunu o zamana kadar fark etmemiştim. Kan ter içinde Bostancı’ya geldim. Vakit hayli geçti. Karakola gittim. ‘Bana bir araba bulunuz hastam var’ dedim. Aradılar taradılar birini buldular.Yine bir sürü para verdim. Arabayla yola koyuldum. Kadıköy, oradan Üsküdar... Karşıya geçtim. Doğru Nişantaşı! Sevgilimin oturduğu apartmanın kapıcısı ahbabımdı. Penceresini vurarak onu uyandırdım. ‘Benimki evde mi’ diye sordum?
Adam halime bakıp şaşırdı: ‘Evde, bu akşam çıkmadı!’ dedi, ‘Ne diyorsun diye bağırdım?’ Bütün katettiğim mesafe sanki başıma yıkılmıştı. Eve kaçta geldiğini araştırttım. Sözüne inanamıyordum. ‘Çık bir bak! Evde mi?’ diye adamı zorladım. Adam çarnaçar çıktı. Bir münasebetle hizmetçisine sormuş uyuyor! demiş. Geldi haber verdi. Sanki dünyalar benim oldu.
Apartmanın karşısında bir arabacı meyhanesi vardı. Orada sabaha kadar içtim. Sabahleyin, doğru eve çıktım. Benim halim berbat. Toz toprak içinde olduğumu görünce şaşırdı ve hemen anladı...

 Sarmaşdolaş olduk...

Öldüğünde evraklarının arasından içinde kurumuş iki yaprak bulunan bir zarf çıktı Yahya Kemal’in.

Şöyle yazıyordu:
“Bu zarfın içindeki hatıra, 19 Ağustos 1930’da Sirkeci garında gece saat 10’da veda ettiğim aziz bir kadının göğsündeki çiçektendir. Koparıp verdiği bu iki yaprağı daima muhafaza edeceğim.”

Celile Hanım, muhtemelen bu aşkın devam etmeyeceğini anladığı gece Paris’e giderken, Sirkeci Garı’nda vermişti Yahya Kemal’e göğsünde duran o iki yapraklı çiçeği.

~SESSİZ GEMİ~
Artık demir almak günü gelmişse zamandan.
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol.
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli.
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller!.Ne giden son gemidir bu.
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler.
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden.
Birçok seneler geçti dönen yok seferinden.


                                           Yahya Kemal Beyatlı'nın kendi sesinden...


                     Birce Akalay & Evrencan Gündüz - Sessiz Gemi 
                              
                                       Ah! AŞK ah! 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder