Kiss the rain -Yiruma ☆彡

31 Aralık 2014 Çarşamba

2015 YENİ YIL


Yeni bir yıl,yeni umutlar...
Kalbinizdeki tüm dileklerinizin gerçekleşmesi dileğiyle...
2015 öncelikle sağlık,huzur ve mutluluk getirsin hepimize sevgiler...



28 Aralık 2014 Pazar

SÜSLÜ BEBEK PATİĞİ


Kız bebeklere özel hazırladığım şık patiklerden bir tanesi...


27 Aralık 2014 Cumartesi

YENİ YIL TERLİKLERİ

Terliklerimi süsledim,ikisini lohusa anneye hediye ettim.Siz de zevkinize göre terliklerinize ışıltı katabilir,sevdiklerinize hediye edebilirsiniz.





26 Aralık 2014 Cuma

SÜSLÜ TERLİK


Süslediğim terliğin farklı bir modeli...


SÜSLÜ TERLİK


Misafirlerime özel hazırladığım,el emeğim zarif terlik.Elinizin altındaki malzemelerle ve sıcak silikon ile terliklerinizi süsleyebilir farklılık yaratabilirsiniz.




17 Aralık 2014 Çarşamba

HZ.MEVLANA'NIN ÖLÜM YILDÖNÜMÜ

Aralık ayı ile birlikte ruh dünyamızda bir insanın özel bir yeri bulunuyor. Hazreti Mevlâna Rumi. Onun Sevgili ile buluştuğu ay.

17 Aralık 1273 Mevlânâ'nın Hakk'a vuslat günü, kendi ifâdesiyle "şeb-i arûs/gerdek gecesi". Biz onun şeb-i arûsunun sene-i devriyesi münâsebetiyle biraz da onun gözüyle ölüm sevincini irdeleyelim istedik.
Mevlâna"nın ölüme yürüyüşü sevgiliye, ebedi hayata, güzelliklere bir yürüyüşüdür. Oysa ölüm insan hayatında ürperticidir. İnsanın kendisiyle olan yüzleşmesinde, kendisinden kaynaklanan bir tedirginlikle yaklaşır ölüme ve ölümüne. Ölümün cennet yüzü de cehennem yüzü de insanın kendisinden yansır.
Ölüm, insan hayatında soğuk bir kesit oluşturur. Ruhun tenden çekilmesi, bedenin ölümü asıl soğuk olan yüzü yansıtır. Kaskatı beden soğuk bir cisme dönüşürken insanın kendisiyle olan yüzleşmesindeki ayna olarak belirir.
Ölüm insan hayatında bir dönemin, bir devrenin bitişidir. Bir hasılayı, bir toplamı ortaya koyacak olan sürecin bir başlangıcı.
Hazreti Aişe Validemiz, Efendimizin başını dizine koyarken, insanı sevdiğinden ayıran ve asıl olan hayata götüren yolculuğun farkına bile varamamıştı. Kendisinin çocukluğuna, gençliğine ait olsa da bu durum, ölümün soğuk yüzü bir anda belirir. İşte o zaman asıl hüzün başlar. En sevdiklerimizle aramıza giren bu soğuk perdenin insan hayatındaki soğukluğu, sarsıcılığı etkili olur her zaman.
Oysa Hazreti Fatma validemiz farkındaydı ölümün, ayrılığın ve hüznün.
Sevdikleri farkındaydı.
Ölüm insanın kendisini yeniden fark edişidir.
Düşünce hayatımızda, hayatı ve ölümü anlamlı kılan bakış, bakış sahiplerinin güzelliklerinde kendini gösterir.
Mesnevî, Hazreti Mevlâna'nın Kur'an tefsiridir, yorumudur. Bu tefsirde mümin her insanın kendisine karşılık bulacağı bir yer vardır. Toplum katmanlarının hemen her kesimine hitap eden bir özelliği bulunuyor. Avam diye tanımlanan en alt katmandaki insanların da kendisine pay çıkaracağı bir yeri bulunuyor. Mesnevî"deki meseller, hikâyeler, nükteler, bazen en uç diyebileceğimiz bakışlar insanda bir ışık uyandırır. Işığın gücü ve şiddeti kişinin algısına göredir. Havas diye bildiğimiz âriflerin, aydınların, münevverlerin, elitlerin, entelektüellerin, bu anlamda her kim var ise, onlar için de çok farklı algı alanları doğurur. Bundan dolayıdır ki, Mevlâna, hemen bütün toplum katmanlarında ilgi uyandırır. Mevlâna'nın alanı geniştir. Bunun için sadece İslâm düşüncesinde ve inancında olanlar değil, diğer inançta olan insanlar için de bir alan bulunuyor. Yalnız Mevlâna'nın bir öz ruhu vardır. Bu Ruh Kur'an'ın ve Sevgili Efendimizin aydınlık ruhunun yolcusudur. Onun yol aydınlığında o da bir ışıktır.
Hazreti Mevlâna Rumi insanların ilgi alanına girdiği zaman, her insan teki kendine göre bir takım çıkarımlar elde ediyor. Mevlâna'nın amacı insanları asıl yola, alana, düzleme çekmek ve bir yol aydınlığında götürmektir. Ne yazık ki, kimi insanlar ondan yakaladıkları ışığı tam kavramadan, algılamadan asıl yola girmek yerine, kendi alanlarına çekmek istiyorlar. Yol sapakları bazen insanı ana yoldan çıkartmaya neden olabiliyor. Asıl yol terk ediliyor.
Mevlâna hayatın içinde ve hayatın her alanına bakış getiren bir büyük ariftir. Kendisine atfedilen yücelikleri kaldırabilecek bir tevazuu bulunur. Çok sıradan bir olayı yüceltirken çok yüce bir durumu insan düzlemine çekebiliyor. Onun bu gücünü istismar eden kesimler yok değil. Onun asıl yolunda yürümek varken, o rehberliğiyle insanlığı asıl olana götürmek isterken o kimseler sapalara çekmeye çalışıyorlar. Sapa ve yan yollar yol değil. Onlar gidip bir yerde tıkanıyor.
"Açlıklar gelip geçicidir."
"Ruh ruhun karşılığını arar."
"Asıl yol, yol aydınlığında anlam kazanıyor."
Mevlâna saygı duyulacak, beğenilecek ve bağlanılacak biri ise o zaman onun yolunda yürümek önemli ve anlamlıdır. Eşek meselini anlatırken de orada, insanların kimi duygularının uçlarına işaret buyurur. O sadece bir örnektir. Bunlar insan doğasına olan yol sapmalarıdır. Bunlardan kurtulmanın tek yolunun ise, söz konusu sapaklara girmeden asıl yolu bulma işaretidir. Güzellik zıddıyla kavranır. Güzel, çirkin olmadan anlaşılamaz, fark edilemez. Çirkinin çirkinliğini güzel ile kavrarız. Hazreti Mevlâna hayatın bütün alanlarını, iyisiyle doğrusuyla, güzeliyle çirkiniyle, hakkıyla batılıyla, erdemiyle erdemsizliğiyle hayatta ve doğada olan ne varsa insanın önüne serer, oradan asıl olana götürmeye çalışır.
Hayat ne kadar anlamlı ise, ölüm de o kadar anlamlıdır. Biri diğerinin bir yüzüdür. Ölüm bir perdeyi geçiştir. Hayatın bir adım ötesidir.
Öteyi anlamlı kılan onu anlama ve benimseme duygusudur. Sezişler bize güzellikler getirebilir.
İnsana ölümü sevimli kılan, göstergelere bakarak hayata ve öteye anlam kazandırılır.
Şeb-i Arus: Bir düğün gecesi. Sevgiliye kavuşma ânı.
Aralık ayında Sevgiliye kavuşan sevgiliden söz ettik bugün.
Bu ara çok yoğun okumalarım Hazreti Pir Mevlana üzerine.
Hazreti Mevlâna'nın çok güzel sözlerinden birini alıntılayayım.
"Başsız hareket eden kuyruk olur. Böyle adamın hareketi akrebinkine benzer."

Uluslararası Rumi Mevlevi Derneği







Mevlana dini bakımdan olduğu kadar ,dünya felsefe tarihi açısından da çok değerli bir kişidir.Hz.Mevlana'nın sözlerini iyi anlamak lazım.Sevgi ve huzuru sözlerinde bulabilir,manevi anlamda huzura erebilirsiniz.Konya'da bulunan türbesini ziyaret edip oradaki mistik atmosferi hissedip,dünya telaşından,tasalardan bir an olsun uzaklaşabilirsiniz...


10 Aralık 2014 Çarşamba

DÜNYA İNSAN HAKLARI GÜNÜ

 Irk, renk, cinsiyet, dil, din, her hangi bir ayrım gözetmeksizin tüm insanların huzur, dostluk ve barış içerisinde yaşamasını diliyorum.

İnsan Hakları Evrensel Bildirisi

Vikipedi, özgür ansiklopedi
İnsan Hakları Evrensel Bildirisi (İngilizceUniversal Declaration of Human Rights ya da kısaca UDHR), Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu'nun Haziran 1948'de hazırladığı ve birkaç değişiklik yapıldıktan sonra 10 Aralık 1948'de, BM Genel Kurulu'nun Paris'te yapılan oturumunda kabul edilen 30 maddelik bildiridir.
Bildirinin imzalanmasında, II. Dünya Savaşı'ndan sonra devletlerin, bireylere tanınan hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması konusunda birleşmesi de etkili olmuştur. Eleanor Roosevelt bu bildiriyi "Bütün insanlık için bir Magna Carta (Magna Karta)" olarak tanımlamıştır. Bildirinin imzalandığı 10 Aralık, Dünya İnsan Hakları Günü olarak kutlanır.

Tarihi

Devletler, önceleri, baskıya dayanan bir anlayışla yönetilmekteydi. Bu anlayışa son vermek amacıyla 1215 yılında İngiltere Kralı'na kabul ettirilen bildiri olan Magna Cartainsan hakları kavramının ilk belgesi sayılır. İnsan hakları konusunda yayımlanan bir diğer önemli bildiri ise, Amerika'da yayımlanan Bağımsızlık Bildirgesi'dir. Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik gibi kavramlar, 1789 yılında gerçekleşen Fransız Devrimi'nden sonra yayımlanan "İnsan Hakları Bildirisi"nde gerçek yerini almıştır.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra devletler bireylere tanınan hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması konusunda birleştiler. Bunun bir nedeni de, insanlara özgürlük tanınmasının, devam ederse uygarlıkların sonu olabilecek savaşları da önleyebileceği düşüncesidir.

Bildirinin hazırlanması ve imzalanması

Bildiri, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonunca Haziran 1948'de hazırlandı. Yapılan kimi değişikliklerin ardından, 10 Aralık 1948'de Genel Kurulun Paris'te yapılan oturumunda kabul edildi. Oturumda, 6 sosyalist ülke çekimser kaldı. Bildiri, bu ülkeler ile Suudi Arabistan ve Güney Afrika Birliği dışında kalan ülkelerin oylarıyla kabul edildi.

Önemi ve içeriği

Bu bildiriyle, yalnızca demokratik anayasalarla tanınan temel medeni ve siyasi haklar değil, ekonomik, toplumsal, kültürel haklar da genel tanımlarla belirli hale gelmiştir. İlk grup haklar arasında, yaşama, özgürlük ve kişi güvenliği gibi haklarla birlikte, keyfi tutuklama, hapis ve sürgünden korunma, bağımsız ve tarafsız mahkemelerde adil ve kamuya açık olarak yargılanma hakkı ile düşünce, vicdan, din, toplanma ve örgütlenme özgürlükleri bulunur.
Sosyal güvenlik, çalışma, eğitim, toplumun kültürel yaşamına katılma haklarıyla bilimsel ilerlemenin ürünlerinden yararlanma hakkı ise, bildiriyle getirilen yeniliklerdendir.

Genel hatları

İnsan: Bütün insanlar özgür, onur ve hakları yönünden eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler. (madde 1)
İnsan haklarının özellikleri:Herkes, ırk, renk, cins, dildin, siyasal ya da herhangi bir başka inanç, ulusal ya da toplumsal köken, varlıklılık, doğuş ya da herhangi bir başka ayrım gözetilmeksizin bu Bildiri'de açıklanan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir. Bundan başka, ister bağımsız ülke uyruğu olsun, isterse bağımlı, özerk olmayan ya da başka bir egemenlik kısıtlamasına bağlı ülke uyruğu olsun, bir kişi hakkında, uyruğu bulunduğu devlet ya da ülkenin siyasal, adli ya da uluslararası durumu bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir(madde 2). Ayrıca bu haklar hiçbir şekilde başkalarına ya da kurumlara aktarılamaz.
İnsan Hakları:En başta yaşam ve özgürlük olmak üzere sağlık, eğitim, yiyecek, barınma ve toplumsal hizmetler de içinde olmak üzere sağlığına ve esenliğine uygun bir yaşam düzeyine kavuşma; yasanın koruyuculuğundan eşit olarak yararlanma; Barışçıl amaçlar için toplanma ve dernek kurma; evlenme, mal ve mülk edinme; çalışma, işini seçme özgürlüğü; din, vicdan düşünce ve anlatma özgürlüğü hakları İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin temellerini oluşturur.
Maddelerde Kesinlik:Bu Bildiri'nin hiçbir unsuru, içinde açıklanan hak ve özgürlüklerin bir devlet, topluluk ya da bireyce ortadan kaldırılmasını amaçlayan bir etkinlik ya da girişime hak verir biçimde yorumlanamaz(madde 30)

1948 sonrası

İnsan Hakları Bildirisi kabul edildikten sonra insan haklarını geliştirme koruma ve uygulama konusunda yeni anlaşmalar yapılmış ve bildiriler yayımlanmıştır. Bunlardan belli başlı olanlar:







İNSAN HAKLARI
Doğmak, özgür yaşamak,
En doğal hak insana
Baskı, işkence, ceza,
Yapılamaz hiç ona
Soy, dil, din, renk, milliyet
Farkı gözetilemez
Hak özgürlük yönünden
Ayrı söz edilemez.
Eğitim hakkını hep
Kişi özgürce seçer
Kişiyi yücelten yol
Hakka saygıdan geçer.
Kasım Türksavaş

4 Aralık 2014 Perşembe

4 ARALIK DÜNYA MADENCİLER GÜNÜ

Maden faciasında hayatlarını kaybeden tüm emekçi kardeşlerimize Allah'tan rahmet diliyorum.Allah geride bıraktıkları tüm yakınlarına sabır versin.Ekmeğini taştan çıkarmak deyimi tam anlamıyla yansıtmıştır madencileri.Ne yazık ki Dünya Madenciler Gününüz kutlu olsun diyemiyorum son 1 yılda ard arda yaşadığımız maden felaketlerinden duyduğumuz acılardan dolayı ...

4 Aralık Dünya Madenciler Günü'nde Türkiye'de madenciliğin durumu

4 Aralık Dünya Madenciler Günü'nde Türkiye'de madenciliğin durumu

Madencilik tarihin en eski iş kollarından biri. Değerli ve dayanıklı taşların kıymetinin anlaşılmasından sonra, dağları ve yerin altını kazmaya başlayan insanlar çağlardır yeni kaynak arayışlarını madenlerde sürdürüyorlar. Peki Türkiye'de madencilik ne durumda? İşte 4 Aralık Dünya Madenciler Günü'nde Türkiye'nin madencilikteki hali...
Haber: Oktay Volkan Alkaya - oktay.alkaya@radikal.com.tr / Arşivi
4 Aralık Dünya Madenciler Günü, tüm dünya ülkelerinde kutlanan özel ve anlamlı bir gün. Aziz Barbara'nın anıldığı gün olan 4 Aralık tarihi, Aziz Barbara'nın temsil ettiği özellikler sebebiyle demirciler, silahtarlar ve ordu mühendisleri için de önemli bir gün. Aziz Barbara'nın şimşek, patlama ve matematikle harmanlanmış hikayesi, madencilik gibi iş kollarında çalışanlara ilham kaynağı olmuştur. Bugün özellikle Avrupa'da pek çok madende Barbara'ya ayrılmış bir köşe vardır.
Hristiyan madenciler zor şartlar altında çalıştıkları tünellerin içerisinde Barbara'nın kutsamasını diler ve onun ruhu için dua ederler. Ülkemizde Aziz Barbara anılmıyor ama tüm dünya madencileriyle birlikte madencilerimiz de bu anlamlı günde hatırlanmayı hak ediyorlar. Belki de tüm madencilerden daha çok onların anılması gerekiyor çünkü madencilerimizin özellikle son yıllarda yaşadıkları trajediler, milyonların yüreklerini dağlıyor. İşte ülkemizin 4 Aralık Dünya Madenciler Günü'ndeki hali;

1. Çok şükür zengin memleketiz



Türkiye'nin en gelişmiş sanayi kollarından biri madencilik. Henüz yer altı kaynaklarının tamamı belirlenmemiş olup, kanunlarımıza göre; Madenler Devletin hüküm ve tasarrufu altında olup, içinde bulundukları arzın mülkiyetine tabi değildir. Madenler, devlet ya da üretilen madenden devlet hakkı ödenerek özel veya tüzel kişiler tarafından işletilebilir. Türkiye yer altı kaynakları olarak özellikle; Bakır, Bor, Boksit, Demir, Krom, Kükürt, Manganez, Cıva, Tuz, Taş Kömürü, Linyit, Asbest, Mermer madenlerine ev sahipliği yapar. Bunlar arasında Bor özellikle gelecek çağlarda tüm dünyanın ihtiyaç duyacağı bir kaynak olarak gösterilmekte.

2. Rezervlerin durumu


Dünyadaki ham madde rezervlerinin %2.5'i Türkiye'de bulunuyor. Uğruna ihmaller ve kazalar yüzünden nice canlar verdiğimiz kömürün ise dünyadaki toplam rezervinin ancak %1'i ülkemizden çıkartılıyor. Dünyada çok zor bulunan Bor minerallerinin %72'si ise Türkiye'de bulunmakta. Dünyada toplam 90 türde maden işletmeciliği yapılıyor. Bu madenlerin 13 tanesini ekonomik ve kaynak yokluğu sebebiyle çıkartamıyoruz. 22 tanesi için ise rezervimiz yeterli ve faaliyet var. 28 tanesinde kısmen yeterli rezervimiz var ve çalışmalar sürüyor. 27 maden türü için ise yeterli rezervi sağlayamıyoruz.

3. Türkiye'nin canını yakan maden: Kömür

Dünya genelinde birinci jeolojik zamanda oluşmuş organik tortul kayaçlardan oluşan kömür kaynakları ülkemizde genelde üçüncü jeolojik zamanda oluşan kalıntılardan oluşur. Zenginlik ve kalite bakımından dünya standartlarının biraz gerisinde rezervlere sahip olmamız anlamında gelen bu duruma rağmen ülkemizdeki enerji kaynağının büyük bir çoğunluğunu kömür yatakları teşkil eder. Taş Kömürü ve Linyit ülkemizde en çok çıkartılan kömür türleridir ve özellikle Zonguldak, Amasra, Ereğli, Elbistan, Tavşanlı, Soma, Aşkale, Yozgat gibi hemen hemen her bölgeden temin edilebilir.

4. Madenciler


Ülkemizde toplam 13.418 aktif maden ocağı var. Bu ocakları çeşitli işletmeler belirli zaman aralıklarında rotasyonla işletiyorlar. Misal tespit edilen son rakamlara göre sadece kömür ve linyit rezervleriyle ilgilenen 740 civarında farklı işletme sahalarda çalışmalarını sürdürüyor. Sadece kömür ve linyit madenlerinde 50.000'e yakın kayıtlı işçi çalışıyor! Toplamda ise 190.000 civarında madenci, aktif olarak maden yataklarında kazma kürek sallıyor. Bu toplam madenci sayısının ise sadece 38.000 tanesi sendikalara kayıtlı. Taş ocaklarında 58.000 madenci çalışırken. Petrol ve Doğalgaz yataklarında sadece 4.000 işçi alın teri döküyor. İşçilerin 40.000 kişiden fazla bir çoğunluğunun ise maalesef sigortası bile yok!

5. Yaşam Odaları

190.000 işçiden bahsettiğimiz zaman bir durup düşünmek lazım. Bu kadar insanın maddi ve manevi haklarını ne kadar koruyabiliyoruz? 190.000 kişinin her birinin 4 kişilik ailesi olsa 760.000 vatandaşımızın hayatını etkileyen bir iş kolu karşımızda duruyor. Madenler için son dönemde sıkça dillendirilen yaşam odaları, güvenlik için büyük önem taşıyor. 2014 yılında yapılan bir araştırmaya göre Türkiye'de sadece bakır ve altın madenlerinde toplamda sadece 4 yaşam odası olan maden bulunuyordu! Yani geri kalan 13.414 madende herhangi bir kaza anında işçilerin kaçıp canlarını kurtaracakları bir yer bulunmuyor! En düşük ihtimalle 760.000 vatandaşın hayatını birebir etkileyecek bir duruma karşı gösterilen ilgi neredeyse yok desek yeridir. Bir bakıma işçilerimizin hayatı için çok büyük önem taşıyan yaşam odalarını madenlerde bulundurmayarak, insanların hayatıyla ülke olarak kumar oynuyoruz.

6. Kazalar

İnsanların hayatıyla oynadığımız kumarın karşılığında da yıllardır ağır bedeller ödüyoruz. Sadece son 30 yıla bakacak olursak; 1983 yılında Armutçuk'ta 103 işçinin hayatını kaybettiği maden faciasından, daha geçtiğimiz aylarda Ermenek'te 18 işçinin kayatını kaybettiği kazaya kadar toplamda resmi rakamlara göre; 894 işçimiz kazalarda hayatını kaybetmiştir. Özellikle 2003 sonrasında yoğunlaşan kazalar arasında en üzücü sonuçlara yol açan, resmi rakamlara göre 301 işçimizin yaşamını yitirdiği 2014 Soma faciasıdır.

7. Çözüm


Dünyadaki diğer ülkelerde son 30 yıl içerisindeki en büyük 3 maden faciasında toplamda sadece 58 işçi yaşamını yitirdi. Yani bir anlamda dünyadaki maden kazalarında ölen insanların oranındaki liderlik açık ara farkla ülkemize ait! Kurtarma konusunda da son derece başarısız olan ülkemizde maden kazalarında mahsur kalan işçilerin hemen hemen hepsi maalesef yaşamını yitiriyor. Bir örnek vermek gerekirse 2010'da Şili'de maden yatağında mahsur kalan 33 işçinin tamamı sığındıkları yaşam odaları sayesinde 69 gün sonra sağ olarak kurtarılırken, ülkemizde en son gerçekleşen Ermenek faciasında 1 aya yakın bir sürede ancak işçilerimizin cenazelerine ulaşabildik! Çözüm maden ocaklarını kapatmak mı? Asla değil, çözüm daha fazla kazanmak için 'masraf' olarak görülen güvenlik koşullarının ihmal edilmesinin önüne geçmek. Şimdi kara kış kapıda, pek çok ev kömürle ısınacak, pek çok insanımız kömürün verdiği ısıyla kışı atlatabilecek. Peki kömürün sıcağını hissederken kaçımız yok yere giden hayatları aklından geçirecek? Bu kış sıcacık evlerinizde otururken biraz durun ve düşünün, toplum olarak devletimizden ve işletmelerden tek ses olarak maden ocaklarındaki koşulların düzeltilmesini istemek bizim sorumluluğumuz. "Ben doğalgazla ısınıyorum" demeyin, gün gelecek havalar ısınacak kırlara mangal yakmaya çıkacaksınız, ızgaranın altından size bakan o 'kara elmas'ları çıkartmak için kaç işçinin canını verdiğini düşünmeyecek misiniz? Peki o zaman yiyeceğiniz etler nasıl boğazınızdan geçecek? Bugün 4 Aralık Dünya Madenciler Günü, onları anmakla yetinmeyin yaşam odalarının arttırılması için sesinizi yükseltin.

3 Aralık 2014 Çarşamba

3 ARALIK DÜNYA ENGELLİLER GÜNÜ

1992 yılında Birleşmiş Milletler kararı ile 3 Aralık "Uluslararası Engelliler Günü" olarak kabul edilmiştir. O tarihten itibaren 3 Aralık “Engelliler Günü” olarak bilinmektedir. Engellik doğuştan ya da kaza, uzun süren bir hastalık sonucunda oluşan bedensel, zihinsel, duygusal ve sosyal yeteneklerin kaybı olarak tanımlanmaktadır. Engellilik nedeninin doğumsal ve genetik bozukluklar, annenin fetüsü etkileyebilecek sağlık sorunlarının olması, doğum sırasında ortaya çıkabilecek sorunlar veya doğumdan sonra geçirilebilecek hastalıklar ve kazalar söz konusu olabileceği için, saydığımız bu süreçlerde gerek engelliğin önlenmesi gerekse engelli kişilerin sağlık sorunlarına çözüm üretilmesi ve rehabilitasyon çalışmalarının başarılı bir şekilde gerçekleşebilmesi için sağlık personeline büyük bir görev düşmektedir. Sağlık çalışanlarının engelliğin önlenmesi konusunda başarılı olunabilmesi açısından; erken tanı amacı ile sağlık taramaları için gerekli koşulların sağlanması, sağlıklı, güvenilir, sağlıklı veriler elde edilebilmesi için kayıt sistemleri geliştirilmeli, engelliği engelleme ve en aza indirgeme ve rehabilitasyon çalışmalarının geliştirilmesi için çalışmalar yapılmalıdır. Engelli olduğu için hiç kimse toplumdan dışlanmamalı, aksine kişinin engelinden dolayı hiçbir olanaktan yoksun kalmamasına özen gösterilerek, tüm hizmetlerden eşit bir şekilde yararlanması sağlanmalıdır. Engelliler ile ilgili gündem canlı tutularak bu konuda duyarlılık arttırılmalıdır. Engelli bireylerin meslek edinip, üretken hale gelmeleri ve kendi kendilerine yetebilen bireyler olmaları sağlanarak toplumdan izole edilmeleri engellenmelidir. Engelli bireylere acıyarak yaklaşmak yerine, kurumsal hizmetlerin geliştirilmesi esas alınmalıdır. Bu nedenle engellilerin hizmet aldığı kamu, özel sektör ve gönüllü sivil toplum kuruluşları güçlendirilmelidir. Toplumsal bilinçlenme ve kamuoyu desteği arttırılarak bu konuda önemli bir aşama kat edilmelidir. Dünya Engelliler Günü münasebetiyle engelli bireylerin önünde bulunan engellerin ortadan kaldırılması ve engellilik konusundaki toplumsal duyarlılık ve farkındalığın güçlenmesini temenni eder, engellilerimize aileleriyle birlikte sağlıklı ve mutlu bir yaşam dileriz.”



                                                                                                                 En büyük engel sevgisizliktir...







1 Aralık 2014 Pazartesi

25 Kasım 2014 Salı

25 KASIM KADINA ŞİDDETE HAYIR !!!

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma Günü Basın Açıklaması

25 Kasım 1960 Dominik Cumhuriyetinde, Trojillo Diktatörlüğü’ne karşı direnişi sergileyen Mirabel Kardeşlerin, cezaevinde bulunan eşlerini ziyaret ettikten sonra tecavüz edilerek öldürülmelerinin tarihidir. Bu olayın ardından tüm dünyada kadına yönelik şiddete karşı kampanyalar düzenlenmiş, 1981 yılında da Kolombiya’nın başkenti Bogota’da toplanan 1.Latin Amerika ve Karayip Kadınlar Kongresi’nde Mirabel kardeşlerin öldürüldüğü gün olan 25 Kasım“ Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslar Arası Dayanışma Günü” olarak ilan edilmiştir. Bu kararı benimseyen Birleşmiş Milletlerin 1999’daki kararı ile her yıl 25 Kasım tarihi “kadına yönelik şiddete karşı uluslararası dayanışma günü” olarak anılmaktadır.
25 Kasım gününün kadınlarla ilgili diğer günlerden önemli bir farkı vardır. O da dünya üzerinde yaşayan tüm kadınların ve kız çocuklarının giderek artan ve çeşitli biçimlerde maruz kaldıkları cinsiyete dayalı şiddete odaklanılmış olmasıdır. Bugün, kadına yönelik şiddet olgusunun hem kadını hem de tüm toplumu saran sosyoekonomik koşullar, politik gelişmeler ve kültürel etkenlerle birlikte değerlendirilmesi gerekliliğini dünyanın gündemine taşıma gibi bir işlevi yüklenmektedir.
Kadına yönelik şiddet “kamusal veya özel yaşamda kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı, ıstırap veren ya da verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem, tehdit, zorlama, keyfi olarak özgürlükten, ekonomik gereksinimlerden yoksun bırakma” olarak tanımlanıyor. BM Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi kadına yönelik şiddetin kadınlara yönelik, toplumsal cinsiyete dayalı ve bir kadına sırf kadın olduğu için yöneltilen ya da oransız bir şekilde kadınları etkileyen bir şiddet olduğunu belirtiyor. Bu şiddetin, erkekler ve kadınlar arasındaki eşit olmayan güç ilişkilerinin bir göstergesi, kadınları zorla bağımlı bir konuma sokmanın toplumsal mekanizmalarından biri olduğu ve kadını ekonomik ihtiyaçlarından yoksun bırakmayı da içerdiğini eklemek gerekiyor. 2004 yılında yayınlanan Uluslararası Af Örgütü Türkiye Raporunda dayaktan, töre cinayetlerine, küçük yaşta evlilikten beşik kertmesine ve intihara varan toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin varlığını belgelendiriyor.
Dünyada her 1 dakikada 380 kadın gebe kalmaktadır. Bu gebeliklerin hemen hemen yarısını planlanmamış ya da istenmeyen gebelikler oluşturmaktadır. Eş şiddeti yaşayan kadınların, eşlerine hayır demeleri, yeni bir şiddete neden olacağı için bedenlerini ve cinsel yaşamlarını kontrol etmeleri çok zordur. Dünya Sağlık Örgütü (2002) istenmeyen gebeliklerin ve cinsel yolla bulaşan hastalıkların eş şiddetine maruz kalan kadınlarda ciddi bir sağlık sorunu olduğuna dikkat çekmiştir. Avrupa Konseyinin 2002 raporunda da 16 ile 44 yaşları arasındaki kadınlar için en sık ölüm ve sakat kalma nedeninin şiddet olduğu belirtilmiştir. Amerika Birleşik Devletlerinde her yıl yaklaşık dört milyon kadının eşleri tarafından taciz edildiği, bu taciz olaylarının yaklaşık 4000’inin kadının ölümü ile sonuçlandığı, yaklaşık üçte birinin acil servislere başvurduğu veya yardım aradığı belirtilmektedir. Birinci basamak sağlık hizmetlerin başvuran kadın hastaların yaklaşık dörtte birinin aile içi şiddet kurbanı oldukları belirtilmektedir. Birleşmiş Milletlerin verilerine göre tüm dünyada kadının şiddete uğrama oranı %17-75 arasında değişmektedir. Bu oran Kanada’da % 25, Japonya da %59 iken, Hindistan’da %75‘e çıkmaktadır.
Tüm dünyada sıcak çatışmaların yaşandığı bir çok yerde kadınlar taciz, tecavüz, karın deşme, cinsel organların tahribi gibi cinsel şiddetin bir çok biçimine maruz kalmaktadırlar. İkinci Dünya Savaşında ve Kore’de kadınlar “cinsel tutsaklığa” mahkum edilmiştir. 1971 de Bangladeş’te savaş sırasında 250 - 400 bin kadının ırzına geçilmiş, buna bağlı 25 bin gebelik oluşmuştur. Bosna Hersek’te 20 binden fazla kadına tecavüz edilmiştir. Rwanda’da bir yıl içinde tecavüze uğrayan kadın sayısı 15 binin üzerindedir. Günümüzde, 2009 yılında hala bazı ülkelerde kadınlar o ülkelerin kanunlarına göre taşlanmaya, kırbaçlanmaya, öldürülmeye devam ediyor. Şiddet cezasının nedenleri olarak Sudan’da pantolon giymek, İran’da erkeklerle birlikte müzik dinlemek, Suudi Arabistan’da tek başına araba kullanmak gibi gerekçeler kullanılmıştır.
TÜRKİYE’DE DURUM
Türkiye’de yılda en az 25 töre cinayetinin işlendiği belirtilmektedir. Fakat gerçek sayı bunun çok üzerindedir. Namus ve töre adına kadınlara yönelik kötü muamele, işkence, öldürme, intihara zorlama oranı son yıllarda %25 oranında artmıştır. Cinsel Eğitim, Tedavi ve Araştırma Derneği tarafından 2006 yılında yapılan bir araştırmada namus / töre adı ve söylemiyle işlenen cinayetlere ilişkin tutumlar incelendiğinde, çalışmaya katılan bireylerin %19’unun bu ifadeye kesinlikle veya kısmen katıldığını belirtmiş olması dikkat çekicidir. Kadınlar kendileri için güvenli olarak kabul edilen evlerinde şiddete uğramaktadırlar. Özellikle eşten ayrılma devresi kadınlar için şiddet riskinin arttığı bir devredir.
Türkiye’de 2007 yılında Ayşe Gül Altınay ve Yeşim Arat tarafından yapılan “Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet” başlıklı geniş ölçekli araştırmada her üç kadından birinin fiziksel şiddet gördüğü saptanmıştır. Hayatı boyunca” eşinden en az bir kez fiziksel şiddet görmüş kadınların oranı Türkiye genelinde % 35, Doğu Anadolu genelinde ise % 40 bulunmuştur. En az bir kez fiziksel şiddete maruz kaldığını söyleyenlerin Türkiye genelinde % 49’unun, doğu genelinde ise % 63’ünün bu durumdan daha önce hiç kimseye söz etmemiş olmaları dikkat çekicidir. Türkiye genelinde şiddet gören her iki kadından biri (doğuda her üç kadından yaklaşık ikisi) eşinden gördüğü şiddetle tek başına mücadele etmek durumunda kalmaktadır. Kocalarından boşanmış veya ayrılmış kadınlarda fiziksel şiddet deneyiminin % 78 gibi çok yüksek bir oranlara ulaştığı bildirilmektedir. Eğitim düzeyi arttıkça fiziksel şiddet gördüğünü söyleyen kadınların oranı azalmaktadır. Okuma yazma bilmeyen kadınlar arasında en az bir kez fiziksel şiddete maruz kaldığını söyleyenlerin oranı %43 iken, yüksek öğrenim görmüş kadınlar arasında bu oran % 12’dir. Eşi okuryazar olmayankadınların yarısı en az bir kez fiziksel şiddete maruz kaldığını söylerken, eşin eğitimi yüksekokul ve üniversite düzeyine çıktığında bu oran % 18’e düşmektedir. Aradaki fark ne kadar anlamlı olsa da, yüksek öğrenim görmüş altı erkekten birinin eşine fiziksel şiddet uyguluyor olması da dikkat çekicidir.
Gelir düzeyi arttıkça fiziksel şiddet gördüğünü söyleyen kadınların oranı düşmektedir. Buna karşın hane geliri 2500 YTL’nin üzerindeolan her dört ailenin birinde bile fiziksel şiddetyaşanmaktadır. İllerde oturan kadınların fiziksel şiddete maruz kalma oranları ilçelerde oturanlara göre yaklaşık % 42 daha fazladır. Dayağın en az yaşandığı yerleşim birimleri ilçeler, en çok yaşandığı yerler ise illerdir. Kadınların % 14’ü en az bir kez “istemediği zamanlarda cinsel ilişkiye zorlandığı”nı belirtmiştir. Cinsel şiddete uğradığını söyleyenlerin % 67’si aynı zamanda fiziksel şiddete de maruz kaldığını ifade etmektedir.
Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM), Türkiye Istatistik Kurumu (TUİK) ve Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen, 17.168 kişi ile yapılan görüşmelere dayanan ve 2009 ocak ayında yayınlanan “Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet raporu”na göre de evli kadınların % 11- 29’u eşinden ağır derecede fiziksel şiddet görmektedir. En yüksek oran Kuzeydoğu Anadolu ve Orta Anadolu’da elde edilmiştir. Aynı raporda evli kadınların %15’i eşinin cinsel şiddetine maruz kaldığı belirtilmektedir. En düşük oran % 9 ile Marmara Bölgesinde, en yüksek oran ise % 29 ile Kuzeydoğu Anadolu Bölgesinde elde edilmiştir. Ayrıca fiziksel şiddete maruz kalan kadınlar cinsel şiddet için de yüksek risk taşımaktadırlar. Türkiye genelinde fiziksel şiddet yaşayan kadınların oranının % 42 olduğu, bunun en sık 40- 59 yaş grubunda yaşandığı belirtilmektedir. Eğitim düzeyi ile şiddet oranları arasında tersine ilişki bulunmuştur. Eğitimsiz ve ilkokul düzeyinde eğitimi olan kadınlarda şiddete maruz kalma oran %56 iken, Lise mezunu-üniversite eğitimli olanlarda % 32 bulunmuştur. Üniversite mezunu olanlarda % 17 bulunması, lise ve üstü eğitim olan evli 10 kadından 3 ünde şiddet öyküsünün olması dikkat çekicidir.
Hamilelikte eş veya bir yakınının cinsel şiddetine maruz kaldığını bildiren kadınların oranı, Kuzey Doğu Anadolu’da %18, Marmara bölgesinde %5; eş/partner dışında bir kişiden cinsel şiddete maruz kalan 15 yaş üstü kadınların oranı ise genel olarak % 3, kentlerde %4, kırsalda %2’dir. Kadınlar, istismarcıların yarısının bir tanıdık veya akraba olduğunu belirtmiştir. 15 yaş altında kadınların %7’si cinsel istismara maruz kaldığını bildirmiştir.
Eş şiddeti önemli bir sağlık sorunudur. Aynı taramada eş şiddetini yaşayan kadınların beden ve ruh sağlığı sorununun çok daha yüksek oranda bulunduğuna dikkat çekilmiştir. Ruh sağlığı sorunları arasında intihar önemli bir yer almaktadır. Eş şiddeti nedeni ile tamamlanmış intiharların tam sayısı ve oranı bilinmemektedir. Ancak şiddet mağduru kadınlara intihar düşünceleri ve/veya girişimleri sorulduğunda intihar riskinin küçümsenmemesi gereken bir sorun olduğuna dikkat çekilmiştir. Eşlerinden fiziksel ve/veya cinsel şiddet gören evli kadınların içinde, şiddet görmeyen kadınlara göre hayatına son vermeyi düşünmüş olanlar dört kat, son vermiş olanların oranı üç kat fazladır. Kendini öldürme girişiminde bulunanların oranı 4 kat fazladır ( %15). Buna karşı, eş şiddeti nedeniyle resmi bir kurum veya bir Sivil Toplum Kuruluşuna başvurma oranı hala çok düşüktür (%8).
Kız çcuklarının erken yaşta evlendirilmeleri de şiddete zemin hazırlayan, kız çocuklarını eğitim, sağlık, kendini geliştirme, ailesiyle görüşme gibi haklarından mahrum etmekte ve birçok sosyal, ruhsal ve sağlık sorunlarına neden olmaktadır. Bu konuda da Birleşmiş Milletlerin ilgili kampanyalarına destek vererek farkındalığı arttırmalıyız.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden (AİHM) aile içi şiddet nedeniyle ceza alan ilk ülke Türkiye’dir. Bu cezanın alınmasını neden olan kişi devlet tarafından korunamamasına bağlı olarak eşi tarafından öldürülmüş bir kadındır.
ÖNERİLER ve TALEPLER
Türkiyede hükümetler, bugüne dek kadına yönelik şiddeti önlemeye ilişkin bir çok uluslararası sözleşmeye imza koymuş olmalarına karşın bu sözleşmelerin gereğini yapmamakta, zaman içinde çıkarılan bazı yasaların, genelgelerin yaşama geçirilmesine katkıda bulunmamakta, gereken ilgi ve çabayı göstermemektedir. Örneğin, Belediyelerin 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 14. Maddesi (a bendi) uyarınca ile nüfusu 50.000’i geçen belediyeler “kadınlar ve çocuklar için korunma evleri” açma” yükümlüğünün olmasına karşın bu güne dek bu yönde doyurucu bir çalışma gerçekleştirmemeleri umut kırıcıdır.
Kadın hakları konusunda yasal düzeyde önemli adımlar atılmış olmakla birlikte “kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddete ilişkin” veriler kadın cinayetlerinin arttığını göstermektedir. Kasım 2009’da Adalet Bakanlığı verilerine göre 2002 yılında 66 olan kadın cinayeti, 2007 yılında 1077’ye, 2009 yılının ilk 7 ayında 953'e ulaşmış durumdadır. Adalet Bakanlığı verileri de kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin sayısının arttığını doğrulamaktadır.
* Kadına yönelik şiddete karşı ciddi ve kapsamlı bir eylem planı hızla hayata geçirilmelidir.
* Kadına yönelik şiddetle, özellikle aile üyelerinden gelen şiddetle mücadele uzun soluklu, sistemli ve tavizsiz olarak gündemde yer almalıdır. Aile içi cinayetler mercek altına alınmalıdır. Bir yakınının şiddetine maruz kalma riski yüksek olan grupların erken devrede saptanması ve müdahale edilmesi sağlanmalıdır.
* İlk adım şiddete karşı bilinç geliştirilmesi ve engellenmesi olmalıdır.
* Bedensel yaraları sarmak için tıbbı tedavi, ruhsal destek yeterli değildir. Şiddet yaşadığını bildirenlere tıbbı rapor, yasal başvuru olanakları ve şiddetsiz bir yaşam sağlamak için önlemler geliştirilmelidir.
* Klinik deneyimlerimiz arasında da görünmez konumda olan namus cinayetleri konuya duyarlı kadın kuruluşlarının (örneğin merkezi Diyarbakır’da olan KA-MER) çabalarıyla ile daha iyi tanınır olmuştur. Bu türü Sivil Toplum Kuruluşlarının talepleri karşılanmalı, çalışmalarına destek verilmelidir.
* Namus cinayetleri, uluslararası hukuk açısından yargısız infaz olarak kabul edilmektedir. Bu cinayetleri engellemek için farklı düzeylerde strateji geliştirilmelidir.
* Sağlık çalışanları bu tür riskli durumlar saptandığında risk altındaki kadının korunması için neler yapılabileceği ve işbirliği yapılacak yerler konusunda bilgi sahibi olmalıdır.
* Ceza Kanunu’ndaki “Haksiz Tahrik” ve kadına karşı şiddet davalarında uygulanan “haksız tahrik indirimleri” kaldırılmalı, TCK’nin 29. maddesi uygulanmamalıdır.
* Kadına yönelik şiddetin önlenmesinde yazılı ve görsel basına da büyük görev düştüğünü düşmektedir. Medya, kadına yönelik şiddet ve tecavüz haberlerini kamuoyuna aktarırken, haber dilini doğru kullanmalı, etik değerlere uymalı, tecavüzün içerdiği şiddeti arka plana itmemeli ve tecavüzü erotize edici tutumlardan uzak durmalıdır. Basının, suçu işleyen erkeğe değil, mağdur kadının özelliklerine odaklanması şiddetin sorumlusunun mağdur olduğu biçiminde bir yanılsama yaratabilmektedir. Buna dikkat edilmelidir.
* Mağdurların kamusal sağlık ve sosyal destek sistemlerine ulaşmaları sağlanmalıdır.
* Kadın sığınma evleri ile ilgili sorunlar hızla aşılmalı ve risk gruplarına, şiddetle sık karşılaşan meslek gruplarına ve kamuya yönelik eğitim ve bilgilendirme çalışmalarına hız verilmelidir.
SONUÇ OLARAK…
Kadına yönelik şiddetin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması, öncelikle devletin ve siyasal iktidarların ilgili tüm kurumlarıyla sorumluluk üstlenmesi, ilgili tüm sivil ve resmi kuruluşlarla işbirliği yaparak, yaşamsal öneme sahip bu sorunun ortadan kaldırılması için gerekli sosyal politikaların yaşama geçirilmesi ile mümkün olacaktır.
Bu güne dek imzalanmış olan tüm uluslararası sözleşmelerin yaşama geçirilmesinin sağlanması, en azından konuya ilişkin 2006 tarihli Başbakanlık genelgesi başta olmak üzere olumlu yöndeki tüm hukuksal düzenlemelerin yaşama geçirilmesi bir ilk adım için son derece önemlidir.
Doç. Dr. Doğan Yeşilbursa
Türkiye Psikiyatri Derneği
Merkez Yönetim Kurulu üyesi
Prof. Dr. Şahika Yüksel
Türkiye Psikiyatri Derneği
Kadın Ruh Sağlığı Bilimsel Çalışma Birimi Koordinatörü
Doç.Dr. Burhanettin Kaya
Türkiye Psikiyatri Derneği
Basın Koordinatörü











                                                                                                                          Şiddetin tümüne hayır !!!


24 Kasım 2014 Pazartesi

24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ

24 Kasım Öğretmenler Günü
Öğretmenler Günü

Türk öğretmeninin toplumdaki önemini ve değerini belirtmek, öğretmenler ve öğrenciler arasında sevgi saygı ve dayanışma bağlarını güçlendirmek, emekli öğretmenleri saygıyla anmak, öğretmenlik mesleğine yeni atılan öğretmenlerde mesleklerinin yüceliğinin bilincini uyandırmak amacıyla
Büyük Önder Atatürk'ün millet Mektepleri Başöğretmenliği’ni kabul ettikleri 24 Kasım, 1981'den bu yana okullarımızda Öğretmenler Günü olarak kutlanır. Kutlama etkinlikleri 30
Kasım’a dek sürer.Bizi büyüten, eğiten annemiz babamızdır. Bunun yanında bilgi ve beceri kazandıran, bizi hayata hazırlayan öğretmenlerimizdir Onların sabırla çalışmaları sonucu bizler Kalem tutmayı okumayı yazmayı yeni bilgiler ve beceriler kazanmayı başardık bize emek veren öğretmenlerimizin değerini hepimiz
biliyoruz.Biliyoruz ki; geleceğin öğretmeni, doktoru, subayı Mühendisi, bilgisayarcısı, pilotu hep okullarda öğretmenler tarafından yetiştirilmektedir. Türk ulusunun geleceğinin umudu güvencesi olan çocuklarımızı gençlerimizi yetiştiren Türk öğretmenidir.
İçinde yaşadığımız uzay çağı bilgi çağıdır. Bilim, teknik, sanat uygarlığı oluşturur.
Bunları bize öğretmenlerimiz tanıtır öğretir sevdirir benimsetir. Bu sayede kendi geleceğimiz ulusumuzun geleceği daha parlak olacaktır. Bunun önemini kavrayan ileri uluslar öğretmen yetiştirmeye çok önem verirler.İleri Batı ülkelerini örnek aldığımız Tanzimat döneminin (1839-1876) getirdiği yeniliklerden biri de 16 Mart 1848’de İstanbul’da Fatih Camii’nin yanında bir
öğretmen okulunun (Darülmuallimin) açılmasıdır. Bu okul ortaokullara (Rüştiye) öğretmen yetiştirmeyi amaçlıyordu. 1870’te İstanbul’da ilkokul öğretmeni 1874’te lise öğretmeni yetiştiren okullar açıldı.
Bu okullar İstanbul dışındaki Anadolu ve Rumeli kentlerinde de açıldı. Bu okullarda öğretim teknikleri yanında; beden eğitimi, elişi gibi uygulamalı dersler de öğretilmeye başlandı (1913).
Atatürk 1921’de daha Kurtuluş Savaşı sona ermeden Ankara’da Maarif Kongresi düzenledi Bu kongrede, gelecekteki Türk milli eğitiminin ilkeleri belirlendi. Atatürk’ün o günkü konuşmaları günümüzde de geçerliliğini korumaktadır Öğretmenler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır diyen Atatürk cumhuriyetin ilk on beş yılında Türk öğretmenine çok değer vermiş onurlandırmıştır Tüm
öğretmenler onu Başöğretmen olarak tanırlar. Atatürk devrimlerinin önde gelenlerinden birisi harf devrimidir. Yeni Türk harflerinin sağladığı kolaylıkla öğretmenlerimiz Türk ulusunun hızla okur-yazar olmasını
sağlamışlardır Bir ulus ki yüzde doksanı okuma yazma bilmez bundan insan olanların utanması lâzımdır diyerek okuma yazma seferberliği başlatmıştır Cumhuriyet devrinde en küçük yerleşim yerlerine kadar okul ve öğretmen sağlanmıştır Bu çalışmalar çağdaş bir Türkiye doğmasına yurdumuzun güçlenmesine yardımcı olmuştur

Baş Öğretmen Mustafa Kemal ATATÜRK'e sonsuz teşekkürler.




Sevgili arkadaşım,öğrencilerinin göz bebeği güzel öğretmen Selda ÇAKALOĞLU başta olmak üzere tüm öğretmenlerimizin bu özel gününü kutluyorum.
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu Selda Çakaloğlu'nun yetmişe yakın yazdığı,dile döktüğü şiirlerinden bir kaçını paylaşmak istedim.Kendisine verebileceğim  en güzel hediyenin blog sayfamda ; bu anlamlı günde kalıcı bir köşe ayırmak olduğunu düşündüm. Geleceğin Cumhuriyet gençlerini yetiştiren öğretmenlerimize sonsuz teşekkürler...

MAZİYE...

Ne zaman unutur acıları insan?
Güzel anılarını...
Gençliğin en taze demlerini...
Çocuk yüreğinin sevinçlerini...
Gelecekten beklentiler tükendiğinde;
Geri getirmek ister
Ve yeniden yaşamak,
Şimdi bir rüyadan farksız maziyi...
Küllerinden yeniden doğar oysa tüm acılar yeniden,
Mutlu anlar bir yudum bile teselli vermez inadına...
Hatalarla yüzleşmek en zoru,
Başarılara imza atılır gururla geçmişte de kalsa...
Renkler pastelleşmiştir bir kere,
Can tükenmeye yüz tutmuş,
Yaşamak telaşıyla. Selda ÇAKALOĞLU


HASRET YUMAĞI
Kirpiklerinizle perdelenen
Çiy tanesi pırıltılar
Tutuşturur günışığına çıkmamış kederlerimi...
Tatlı bir hüzünle harmanlar
Kaybedilmiş masum gizemlerimi,
En beklenmedik anda
Hasret yumağına dönüştürür,
Mısralara kenetlenen ellerimi...
Çekilir derinlere,
Balık ağlarında çırpınan bir balık olur,
Sevda türküleri...
Nice kuvılcımlar aydınlatır,
Yokluğunuzun yorgunu gözlerimi...
Dünden kalan nağmeleri,
Yüreklendirmek istersem bir an;
Sığınağı olur ruhumun,
Minik avuçların ılıman mevsimi...

Selda ÇAKALOĞLU