Kiss the rain -Yiruma ☆彡

4 Aralık 2017 Pazartesi

4 Aralık Dünya Madenciler Günü

                             Kara elmas uğruna
                             Heba oldu canlar
                             Ekmeğini taştan çıkaran
                             Emekçi, emeği çalınan
                             Kara gözlü ADAM'lar...
                             Ardında onlarca yetim
                             Onlarca gözü yaşlı
                             Analar bırakan
                             Karalar bağlayan
                             Kadınları yadigar...

dizeleri dökülürken yüreğimden...

Maden faciasında hayatlarını kaybeden tüm emekçi kardeşlerimize Allah'tan rahmet diliyorum.Allah geride bıraktıkları tüm yakınlarına sabır versin."Ekmeğini taştan çıkarmak"deyimi tam anlamıyla yansıtmıştır madencileri. ~Emire Nişli~
                        
4 Aralık Dünya Madenciler Günü, tüm dünya ülkelerinde kutlanan özel ve anlamlı bir gün. Aziz Barbara'nın anıldığı gün olan 4 Aralık tarihi, Aziz Barbara'nın temsil ettiği özellikler sebebiyle demirciler, silahtarlar ve ordu mühendisleri için de önemli bir gün. Aziz Barbara'nın şimşek, patlama ve matematikle harmanlanmış hikayesi, madencilik gibi iş kollarında çalışanlara ilham kaynağı olmuştur. Bugün özellikle Avrupa'da pek çok madende Barbara'ya ayrılmış bir köşe vardır.
Hristiyan madenciler zor şartlar altında çalıştıkları tünellerin içerisinde Barbara'nın kutsamasını diler ve onun ruhu için dua ederler. Ülkemizde Aziz Barbara anılmıyor ama tüm dünya madencileriyle birlikte madencilerimiz de bu anlamlı günde hatırlanmayı hak ediyorlar. Belki de tüm madencilerden daha çok onların anılması gerekiyor çünkü madencilerimizin özellikle son yıllarda yaşadıkları trajediler, milyonların yüreklerini dağlıyor. İşte ülkemizin 4 Aralık Dünya Madenciler Günü'ndeki hali;
1. Çok şükür zengin memleketiz
Türkiye'nin en gelişmiş sanayi kollarından biri madencilik. Henüz yer altı kaynaklarının tamamı belirlenmemiş olup, kanunlarımıza göre; Madenler Devletin hüküm ve tasarrufu altında olup, içinde bulundukları arzın mülkiyetine tabi değildir. Madenler, devlet ya da üretilen madenden devlet hakkı ödenerek özel veya tüzel kişiler tarafından işletilebilir. Türkiye yer altı kaynakları olarak özellikle; Bakır, Bor, Boksit, Demir, Krom, Kükürt, Manganez, Cıva, Tuz, Taş Kömürü, Linyit, Asbest, Mermer madenlerine ev sahipliği yapar. Bunlar arasında Bor özellikle gelecek çağlarda tüm dünyanın ihtiyaç duyacağı bir kaynak olarak gösterilmekte.
2. Rezervlerin durumu
Dünyadaki ham madde rezervlerinin %2.5'i Türkiye'de bulunuyor. Uğruna ihmaller ve kazalar yüzünden nice canlar verdiğimiz kömürün ise dünyadaki toplam rezervinin ancak %1'i ülkemizden çıkartılıyor. Dünyada çok zor bulunan Bor minerallerinin %72'si ise Türkiye'de bulunmakta. Dünyada toplam 90 türde maden işletmeciliği yapılıyor. Bu madenlerin 13 tanesini ekonomik ve kaynak yokluğu sebebiyle çıkartamıyoruz. 22 tanesi için ise rezervimiz yeterli ve faaliyet var. 28 tanesinde kısmen yeterli rezervimiz var ve çalışmalar sürüyor. 27 maden türü için ise yeterli rezervi sağlayamıyoruz.
3. Türkiye'nin canını yakan maden: Kömür
Dünya genelinde birinci jeolojik zamanda oluşmuş organik tortul kayaçlardan oluşan kömür kaynakları ülkemizde genelde üçüncü jeolojik zamanda oluşan kalıntılardan oluşur. Zenginlik ve kalite bakımından dünya standartlarının biraz gerisinde rezervlere sahip olmamız anlamında gelen bu duruma rağmen ülkemizdeki enerji kaynağının büyük bir çoğunluğunu kömür yatakları teşkil eder. Taş Kömürü ve Linyit ülkemizde en çok çıkartılan kömür türleridir ve özellikle Zonguldak, Amasra, Ereğli, Elbistan, Tavşanlı, Soma, Aşkale, Yozgat gibi hemen hemen her bölgeden temin edilebilir.
4. Madenciler
Ülkemizde toplam 13.418 aktif maden ocağı var. Bu ocakları çeşitli işletmeler belirli zaman aralıklarında rotasyonla işletiyorlar. Misal tespit edilen son rakamlara göre sadece kömür ve linyit rezervleriyle ilgilenen 740 civarında farklı işletme sahalarda çalışmalarını sürdürüyor. Sadece kömür ve linyit madenlerinde 50.000'e yakın kayıtlı işçi çalışıyor! Toplamda ise 190.000 civarında madenci, aktif olarak maden yataklarında kazma kürek sallıyor. Bu toplam madenci sayısının ise sadece 38.000 tanesi sendikalara kayıtlı. Taş ocaklarında 58.000 madenci çalışırken. Petrol ve Doğalgaz yataklarında sadece 4.000 işçi alın teri döküyor. İşçilerin 40.000 kişiden fazla bir çoğunluğunun ise maalesef sigortası bile yok!
5. Yaşam Odaları

190.000 işçiden bahsettiğimiz zaman bir durup düşünmek lazım. Bu kadar insanın maddi ve manevi haklarını ne kadar koruyabiliyoruz? 190.000 kişinin her birinin 4 kişilik ailesi olsa 760.000 vatandaşımızın hayatını etkileyen bir iş kolu karşımızda duruyor. Madenler için son dönemde sıkça dillendirilen yaşam odaları, güvenlik için büyük önem taşıyor. 2014 yılında yapılan bir araştırmaya göre Türkiye'de sadece bakır ve altın madenlerinde toplamda sadece 4 yaşam odası olan maden bulunuyordu! Yani geri kalan 13.414 madende herhangi bir kaza anında işçilerin kaçıp canlarını kurtaracakları bir yer bulunmuyor! En düşük ihtimalle 760.000 vatandaşın hayatını birebir etkileyecek bir duruma karşı gösterilen ilgi neredeyse yok desek yeridir. Bir bakıma işçilerimizin hayatı için çok büyük önem taşıyan yaşam odalarını madenlerde bulundurmayarak, insanların hayatıyla ülke olarak kumar oynuyoruz.
6. Kazalar
İnsanların hayatıyla oynadığımız kumarın karşılığında da yıllardır ağır bedeller ödüyoruz. Sadece son 30 yıla bakacak olursak; 1983 yılında Armutçuk'ta 103 işçinin hayatını kaybettiği maden faciasından, daha geçtiğimiz aylarda Ermenek'te 18 işçinin kayatını kaybettiği kazaya kadar toplamda resmi rakamlara göre; 894 işçimiz kazalarda hayatını kaybetmiştir. Özellikle 2003 sonrasında yoğunlaşan kazalar arasında en üzücü sonuçlara yol açan, resmi rakamlara göre 301 işçimizin yaşamını yitirdiği 2014 Soma faciasıdır.
7. Çözüm
Dünyadaki diğer ülkelerde son 30 yıl içerisindeki en büyük 3 maden faciasında toplamda sadece 58 işçi yaşamını yitirdi. Yani bir anlamda dünyadaki maden kazalarında ölen insanların oranındaki liderlik açık ara farkla ülkemize ait! Kurtarma konusunda da son derece başarısız olan ülkemizde maden kazalarında mahsur kalan işçilerin hemen hemen hepsi maalesef yaşamını yitiriyor. Bir örnek vermek gerekirse 2010'da Şili'de maden yatağında mahsur kalan 33 işçinin tamamı sığındıkları yaşam odaları sayesinde 69 gün sonra sağ olarak kurtarılırken, ülkemizde en son gerçekleşen Ermenek faciasında 1 aya yakın bir sürede ancak işçilerimizin cenazelerine ulaşabildik! Çözüm maden ocaklarını kapatmak mı? Asla değil, çözüm daha fazla kazanmak için 'masraf' olarak görülen güvenlik koşullarının ihmal edilmesinin önüne geçmek. Şimdi kara kış kapıda, pek çok ev kömürle ısınacak, pek çok insanımız kömürün verdiği ısıyla kışı atlatabilecek. Peki kömürün sıcağını hissederken kaçımız yok yere giden hayatları aklından geçirecek? Bugün 4 Aralık Dünya Madenciler Günü, onları anmakla yetinmeyin yaşam odalarının arttırılması için sesinizi yükseltin.

29 Kasım 2017 Çarşamba

Mevlid Kandili

Bugünün hürmetine kandilimizi kutluyor,
                  kalbimizdeki, benliğimizdeki tüm dileklerimizin kabul olmasını diliyorum.                                      
mevlit kandili mesajları kısa ile ilgili görsel sonucu
                                                                                                                            

Mevlid


Mevlîd, özel günlerde (sünnet töreni, hac dönüşü, asker uğurlama, bir ölümün 40. günü gibi) ve kutsal gecelerde, Son peygamber Muhammed'in doğumunu anlatan edebî metinlerin makam ve usûl ile okunmasıdır. Türkçeye Arapça'dan girmiş olan kelime, "Peygamberin doğum günü" anlamında da kullanılır. Halk arasında mevlit, mevlüd, mevlütolarak da söylenmektedir.
Edebî bir terim olarak „Mevlîd“, peygamberin doğumunu, hayatından kısa pasajları, mucizelerini anlatan mesnevi tarzındaki metinlerin tümüne verilen isim olmakla beraber, İslâm edebiyâtında bir edebî türdür. Günümüzde Türkiye'de bu türün en tanınan örneği, Süleyman Çelebi‘nin 15. yüzyıl tarihli "Vesîletü'n Necât" (Kurtuluş Vesilesi) ismini taşıyan manzum, Türkçe eseridir. Bu nedenle "mevlîd" kelimesi ile kastedilen çoğunlukla Süleyman Çelebi'nin söz konusu eseridir. Türkçede olduğu gibi Arapça, Kürtçe, Arnavutça gibi birçok dilde de mevlidler yazılmıştır. Türkçe mevlid geleneğinde olduğu gibi özel günlerde ve kutsal gecelerde okunduğu gibi, diğer zamanlarda da isteyenler tarafından okunmaktadır.
İslam peygamberi Muhammed'in doğum günü 12 Rebiülevvel'dir. İslam dünyası her yıl bu günü Mevlid Kandili olarak kutlar. Mevlid günlerinde oruç tutulması, geceleri ilâhiler, kasîdeler ve Mevlîd-i Şerif okunması, dua ve sohbet edilmesi, Kur’an-ı Kerîm okunması gibi ibadetler ile kutlama yaygındır.

Mevlid kutlaması, Osmanlı'da 1588'de, resmi bir devlet protokolü haline getirildi. Sarayın önceleri Ayasofya Camisi'nde, daha sonra Sultanahmet Camisi'nde düzenlediği törenlere devletin ileri gelenleri ile birlikte halk da katılırdı. Sultan Abdülaziz döneminde OrtaköyI. Abdülhamid devrinde Yıldız Camii'nde tören düzenlenirdi.
Kandil olarak nitelendirilen önemli dinî gün ve gecelerin dışında, çocukların 40'ı çıkınca, bir Müslümanın vefâtının 40’ıncı gününde, adak ve nikâh törenlerinde, hacıların dönüşünde, sünnet merasiminde, asker uğurlama gibi vesilelerle mevlid okunması özellikle Anadolu’da gelenekselleşmiştir

25 Kasım 2017 Cumartesi

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü


                                            Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve yakın çekim

Güzel ülkemizde, üzülerek, canı acıyarak bir kadın gözüyle toplumumuzu irdeleyerek kaleme dökmeye çalıştığım özel yazım...

Yine günlerden acı bir 25 KASIM...KADINA ŞİDDET!

25 Kasım 1960 Dominik Cumhuriyetinde, Trojillo Diktatörlüğü’ne karşı direnişi sergileyen Mirabel Kardeşlerin, cezaevinde bulunan eşlerini ziyaret ettikten sonra tecavüz edilerek öldürülmelerinin tarihidir.

Bu olayın ardından tüm dünyada kadına yönelik şiddete karşı kampanyalar düzenlenmiş, 1981 yılında da Kolombiya’nın başkenti Bogota’da toplanan 1.Latin Amerika ve Karayip Kadınlar Kongresi’nde Mirabel kardeşlerin öldürüldüğü gün olan 25 Kasım“ Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslar Arası Dayanışma Günü” olarak ilan edilmiştir. Bu kararı benimseyen Birleşmiş Milletlerin 1999’daki kararı ile her yıl 25 Kasım tarihi “kadına yönelik şiddete karşı uluslararası dayanışma günü” olarak anılmaktadır.

Kadınlar bugüne özel değil, her dönem için çok değerli ve önemli varlıklardır.  Nedir kadın? Kadın...tendir, dokudur, kokudur, aşktır, ruhtur, dişidir, anadır, eştir, yardır, yoldaştır yaşamayı ve yaşatmasını bilene. Başka bir deyimle "hayattır kadın". Hayatın ve yaşamın anlamıdır belki de...

Güçlü bir toplum yaratıp bu toplum içerisinde yaşamak istiyorsak; kadını ve erkeği eşit tutmalıyız. Kadını ikinci plana atarak, onu değersizleştirerek, toplumdan sıyırarak değil, başarılarını takdir ederek, istihdam sağlayarak toplumun içinde bir birey olarak var etmeliyiz. Ayrıca kadınlar korunmaya muhtaç varlıklar değillerdir. Erkeklerin bu kavramı algılamaları gerekir. Kadınlar kendilerini ifade edebilir, koruyabilirler.

Erkek egemen bir toplumda yaşıyor olmak ve bunun dezavantajlarını yaşamak çok zordur biz kadınlar için. Hem de çooook...

Yeri geldiğinde en kutsal varlık olan "ana" olmak fakat en çok da psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalmak ne acıdır oysa...

Son yıllarda gözlemlediğim "acı" durum şudur bir kadın gözüyle; kimi kadın sokak ortasında öldürülür, kimi eşinin zulmünden boşanmak isterken öldürülür, kimi töre cinayetine kurban edilir, kimi iş yerinde tacize uğrar, kimi okulda tacize uğrar, kimi platonik aşka karşılık vermediği için kaçırılır, dövülür, öldürülür...

20 yıllık evlilik yaşamının son 13 yılını kocasından boşanabilmek uğruna mücadeleyle geçiren, kendini dişiliğinden, kadınlığından soyutlayan, namusuyla dimdik ayakta kalıp zavallı eş denilen bir erkeğin beylik silahının soğuk namlusunu boğazının derinliklerinde hisseden ve yine de zulümden kurtulmak uğruna davasından asla vazgeçmeyip tüm gücüyle yeniden, yeniden direnen, ölümü es geçen güçlü kadınlar var bu memlekette. Şiddet sadece fiziksel midir? Değildir, değildir. Psikolojik şiddet çok daha ağır izler bırakır bir kadının yüreğinde. Neden mi? Teni değil de yüreği çok acır çünkü.

Sanırım yazmaya devam etsem kelimeler kifayetsiz kalır bunca acıya, acı yüklü yaşanmışlıklara. Kim diyebilir ki yazdıkların abartı, gerçek dışı, kim?... Her gün ama her gün gazetelerin üçüncü sayfa haberlerine manşet olan vahim acıları nasıl görmezden gelebiliriz nasıl? Şu an bile yazılar kalemimden dökülürken kim bilir kaç kadın can cekişiyor yurdumun bir yerinde.

Türk kadını cefakardır, vefakardır, hayatının özünde vardır emek. Evine emek verir, çocuğuna emek verir, kocasına emek verir, tarlada çalışır, iş hayatında çalışır emekçi olur yaşamı boyunca. Tek istediği belki de emeklerinin karşılığını sevgiyle, değerle ve hakkıyla alabilmektir ömrü boyunca. Yeri geldiğinde hakkını savunabilmektir.

Zordur kadın olmak zor...

Kadının kalbi kırılır, inancı kırılır, güveni kırılır...  Kırılgandır çünkü kadın hassastır, naiftir, narindir.

Tüm yaşadıklarına, tüm acısına rağmen kim bilir ne fırtınalar kopmuştur yüreğinde, benliğinde ama yine de içindeki sızısını, yarasını sessizliğine sarıp sarmalamıştır kimse bilmesin daha çok canı acımasın diye.

Kadınlığından soyutlamıştır kendini. Hayata yenilmek yerine göz yaşlarıyla da olsa kendince mücadele etmiştir bir şekilde. Eğer ki ağlıyorsa kadın güçlüdür, eğer süzülüyorsa yanaklarından iki damla yaş kadın güçlüdür. Güçlü görünmek belki de koruma kalkanıdır kendince korunduğu.

Geçen yıl "Dünya Kadınlar Günü" yazıma bir göz attım.Yazık ki tüm olumsuzlukların ve acıların kat be kat arttığını bir kez daha gördüm bunca cinayet, taciz ve tecavüz vakalarının yaşandığı ülkemizde.

Bir kadına cinsiyeti sırf "kadın"olduğu için yöneltilen cinsel, fiziksel veya psikolojik şiddet ne yazık ki acıların en büyüğüdür.

Türk Ceza Kanunu'ndaki hukuksal düzenlemelerin tekrar gözden geçirilmesini ve bu konudaki cezaların en ağır şekilde uygulanmasını talep ediyorum ki vahşi insanlara caydırıcı bir uygulama olsun! Her ne kadar "mucize" beklemekle eş değerse belki de bu temenniler.

ŞİDDETİN TÜMÜNE HAYIR!!!



Ben küçücük bir yürektim
Büyürken kendime hayaller edindim
Sevmek sevilmek çocuk isterdim
Ben de bir ana kuzusuydum
Heyhat
Hayat boğazımda düğüm oldu
Tokat mıydı kurşun muydu
Tenimden çok yüreğim acıdı
Hayallerim bensiz kaldı...

Söz ~Selcen Gür~

23 Kasım 2017 Perşembe

24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ

                          
Baş öğretmen Mustafa Kemal Atatürk'ü  sevgi ve saygıyla anıyor, sonsuz teşekkürler ediyorum.

Ulu önder, baş öğretmen Mustafa Kemal Atatürk,Türk öğretmenine çok değer vermiş onurlandırmıştır. Tüm öğretmenler onu Başöğretmen olarak tanırlar.

Atatürk devrimlerinin önde gelenlerinden birisi harf devrimidir. Yeni Türk harflerinin sağladığı kolaylıkla öğretmenlerimiz Türk ulusunun hızla okur yazar olmasını sağlamışlardır. Atatürk; "Bir ulus ki yüzde doksanı okuma yazma bilmez bundan insan olanların utanması lazımdır" diyerek okuma yazma seferberliği başlatmıştır. Cumhuriyet devrinde en küçük yerleşim yerlerine kadar okul ve öğretmen sağlanmıştır. Bu çalışmalar çağdaş bir Türkiye doğmasına yurdumuzun güçlenmesine yardımcı olmuştur.

Kutsal bir meslektir, görevdir öğretmenlik. Öğretmen; ışıktır geleceğe, geleceğin gençlerine.

Sabır, sevgi ve anlayış bütünlüğüdür öğretmenlik. Karşılıksız özveridir, fedakarlıktır o minicik, yoğrulmamış yüreklere.

Geleceğin gençlerini yetiştiren değerli öğretmenlerimizin bu özel ve güzel gününü kutluyorum.

Aydın öğretmenlerimizin varlığı sayesinde biliyorum ki aklı selim, soran sorgulayan, duruşu ve hayat görüşü, çizgisi, ufku geniş öğrenciler, gençler Cumhuriyet'in ilelebet bekçileri olacaklardır.

 ~Mustafa Kemal Atatürk'ün Öğretmenler İle İlgili Sözleri~

• Yeni kuşak, en büyük Cumhuriyetçilik dersini bu günkü öğretmenler topluluğundan ve onların yetiştirecekleri öğretmenlerden alacaktır.(1924)

• Öğretmenler!… Cumhuriyet, fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister. Yeni nesli bu nitelik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir.(1924)

• Öğretmenler; Yeni nesli, Cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcilerini, sizler yetiştireceksiniz ve yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır.(1924)

• Öğretmenler! Erkek ve kız çocuklarımızın, aynı suretle bütün tahsil derecelerindeki talim ve terbiyelerinin pratik olması mühimdir. Memleket evlâdı, her öğrenim aşamasında ekonomik hayatta verimli, etkili ve başarılı olacak surette donatılmalıdır.(1924)

• Cumhuriyet sizden “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller ister.(1924)

• Sizin başarınız, Cumhuriyetin başarısı olacaktır.

• Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden mahrum bir millet henüz millet namını almak yeteneğini elde edememiştir. Ona basit bir kütle denir, millet denmez.(1925)

• Öğretmenler her fırsattan istifade ederek halka koşmalı, halk ile beraber olmalı ve halk, öğretmenin çocuğa yalnız alfabe okutur bir varlıktan ibaret olmayacağını anlamalıdır.(1927)


Sen ve ben ikimiz gidelim gel desen
Çok uzak küçücük orası masmavi bir gezegen.
Gündüz güneş sımsıcak gecemize
Ay varmış gökyüzü ışıl ışıl
Onun adı dünya.
Kuşlar uçarmış tüm çiçekler açarmış
Çocuklar hep oynarmış dünyada.
Aslında içinde yaşadığımız dünya
Ne uzak ne küçük çok yakın Çok büyük bir dünya Aslında önemli olan fark etmek Değerini bilmek korumak Ona çok çok iyi bakmak Dünyamız bir tane Bir eşi yok bu evrende Sonsuzlukta parlayan bir hazine. Söz ve Müzik : Yavuz Durak

Dilerim hayallerin gerçek olur küçüğüm...
Dilerim büyüdüğünde hayallerindeki gibi müzik öğretmeni olur sen de  tüm sevgisiyle sizi donatan bu güzel öğretmenin gibi masmavi umutlara yol alırsın. Canım benim, masum meleğim.

9 Kasım 2017 Perşembe

10 KASIM MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN ÖLÜM YILDÖNÜMÜ

"Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır" sözünden de anlaşıldığı üzere Mustafa Kemal Atatürk bizlere Cumhuriyeti emanet etmiştir.
Her yıl olduğu gibi bu yıl da ölüm yıldönümünde ATA'mızı saygıyla, sevgiyle ve minnetle anıyor, Allah'tan rahmet diliyorum.
                                     Mustafa Kemal'ler ölmez rahat uyu ATAM
                                          Mekanın cennet olsun canım ATAM...

Kasım ‘da  Aşk başkadır…
Çünkü bize ölümsüz bir aşkı hatırlatır…
 ~10 Kasım 193∞~ 
kasımda aşk başkadır atatürk ile ilgili görsel sonucu

Atatürk’ün sağlık durumu 1937 yılından itibaren bozulmaya başladı. Kendisine 1938 yılı başlarında siroz teşhisi konuldu. Avrupa’dan doktorlar getirildi. Türk ve yabancı doktorların tedavileri sonuç vermedi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Atatürk, 10 Kasım 1938 Perşembe sabahı saat 09:05 de İstanbul Dolmabahçe Sarayı’nda öldü. Cenazesi büyük bir törenle Ankara’ya uğurlandı ve Atatürk 21 Kasım 1938 günü Ankara’da yapılan büyük bir törenle Ankara Etnografya Müzesi’ndeki geçici kabrine konuldu. Bundan 15 yıl sonra da 10 Kasım 1953'te kendisi için yaptırılan Anıtkabir’deki ebedi istirahatgahında toprağa verildi. Vasiyetinde varlığını Cumhuriyet Halk Fırkası’na, Türk Tarih Kurumu’na ve Türk Dil Kurumu’na bıraktı.









MUSTAFA KEMAL'İ DÜŞÜNÜYORUM
Mustafa Kemal'i düşünüyorum;
Yeleleri alevden al bir ata binmiş
Aşıyor yüce dağları, engin denizleri,
Altın saçları dalgalanıyor rüzgârda,
Işıl ışıl yanıyor mavi gözleri...
Mustafa Kemal'i düşünüyorum;
Yanmış, yıkılmış savaş meydanlarında
Destanlar yaratıyor cihanın görmediği
Arkasından dağ dağ ordular geliyor
Her askeri Mustafa Kemal gibi.
Mustafa Kemal'i düşünüyorum;
Gelmiş geçmiş kahramanlara bedel
Hükmediyor uçsuz bucaksız göklere.
Al bir ata binmiş yalın kılıç
Koşuyorlar zaferden zafere...

Mustafa Kemal'i düşünüyorum;
Ölmemiş bir Kasım sabahı!
Yine bizimle beraber her yerde.
Yaşıyor dört köşesinde vatanın
Yaşıyor damar damar yüreklerde.

Mustafa Kemal'i düşünüyorum:
Altın saçları dalgalanıyor rüzgârda,
Mavi gözleri ışıl ışıl görüyorum.
Uykularıma giriyor her gece.
Elllerinden öpüyorum.
            


 ~Ümit Yaşar OĞUZCAN~

                     İlgili resim

29 Ekim 2017 Pazar

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI

 Cumhuriyetimizin 94.yılı kutlu olsun.                                                                                                 Cumhuriyet yönetiminde egemenlik kayıtsız,şartsız milletindir.Ulu önder Mustafa Kemal ATATÜRK'ün de belirttiği gibi ;Türk ulusunun yaradılışına ve yaşantısına en uygun olan yönetim şekli Cumhuriyet'tir. Ne mutlu ki CUMHURİYET kadınıyım!Bizler, ATATÜRK'ün bekçileriyiz. Yetiştirdiğimiz çocuklarımız ve gençlerimiz de bu yolda, bu zihniyette ilerleyerek Türkiye Cumhuriyeti'ni sonsuza dek yaşatacaklardır.             
Ulu önder Mustafa Kemal ATATÜRK ve silah arkadaşlarının,tüm şehitlerimizin ruhu şad olsun...
 Nice çağdaş yıllar kutlamak dileğiyle... ~ Emire Nişli~

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyetin onuncu yılı kutlamalarının yapıldığı 29 Ekim 1933 tarihinde verdiği 10.Yıl Nutku'nda, bu günü en büyük bayram olarak nitelendirmiştir.

Osmanlı Devleti, hüküm sürdüğü 624 yılda 36 padişah tarafından yönetilmiştir.
Padişah, şah, kral, hakan, imparator, sultan gibi tek kişiye dayalı yönetim sistemine "mutlakiyet" adı verilmiştir. Mutlakiyet yönetiminde egemenlik kayıtsız şartsız, tek bir kişidedir.
Mutlakiyetle yönetilen ülkelerde ülkeyi yöneten kişiye yardımcı olması için meclis kurulurdu. Meclis üyeleri halkın isteklerini yöneticiye duyurur, yasa tasarısını hazırlardı. Bu yasa taslakları yönetici tarafından benimsendiğinde yasalaşırdı. Bu yönetim biçimi ise "meşrutiyet"tir. Meşrutiyette meclisin yetkileri sembolik düzeyde olabileceği gibi bir cumhuriyetteki kadar geniş de olabilir. Osmanlı Devleti'nde 1876 ve 1908 yıllarında olmak üzere iki kez meşrutiyet ilan edilmiştir.
İkinci Meşrutiyet'in ilanından 6 yıl sonra, 1914'te I. Dünya Savaşı başlamıştır. Dört yıl süren savaş, İttifak Devletleri ile birlikte olan Osmanlı İmparatorluğu'nun yenik sayılmasıyla sonuçlanmış ve Osmanlı toprakları İngiltere, Yunanistan, Fransa, İtalya gibi devletler tarafından işgal edilmeye başlamıştır.
Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919'da Osmanlı hükümeti tarafından, bölgede düzeni sağlaması için devletinin bir gemisi ile Samsun'a gönderilmiştir. Ülkenin çoğu ilindekongreler düzenlemiş ve "Tek bir egemenlik var, o da milli egemenliktir. Milletin egemenliğini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır." ilkesiyle, yurdun her tarafından gelen ulus temsilcilerini 23 Nisan 1920 günü Ankara'da Büyük Millet Meclisi'nde toplamıştır. Meclis Mustafa Kemal Paşa'yı 'Meclis Başkanı' seçmiştir. Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde Büyük Millet Meclisi, Türk Kurtuluş Savaşı'nı başlatmıştır. Halk ve düzenli ordular düşman kuvvetlerine karşı savaş vermiş, omuz omuza mücadele etmiştir.
Kurtuluş Savaşı'nın zaferle sonuçlanmasının ardından TBMM 1 Kasım 1922'de saltanatı kaldırmıştır. Padişah Vahdettin, 'vatan haini' ilan edilmiş ve yurdu terk etmiştir.
24 Temmuz 1923 günü İsviçre’nin Lozan şehrindeki Lozan Üniversitesi'nde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileri ile İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya,Bulgaristan, Portekiz, Belçika, SSCB ve Yugoslavya temsilcileri Lozan Barış Antlaşması'nı imzalamıştır. Bu antlaşma ile yeni bir devletin temelleri atılmış fakat devletin yönetim biçimi henüz belirlenmemiştir.
İkinci dönem Büyük Millet Meclisi, 11 Ağustos'ta ilk toplantısını yapmıştır ve 13 Ekim'de Ankara, başkent ilan edilmiştir. Bu dönemde Atatürk, egemenliğin ulusa dayandığı bir sistem olan cumhuriyet yönetiminin ilanı için hazırlıklar yapmaya başlamıştı. Atatürk 28 Ekim akşamı yakın arkadaşlarını Çankaya'da yemeğe çağırmış ve "Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz," demiştir.
29 Ekim günü Atatürk, milletvekilleri ile görüştükten sonra taslağı hazırlanan "Cumhuriyet" önergesini Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne vermiştir. Meclis önergeyi kabul etmiştir ve böylece Türkiye Devleti'nin yeni yönetimi biçimi Cumhuriyet, yeni ismi "Türkiye Cumhuriyeti Devleti" olarak belirlenmiştir. Atatürk, kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin ilkcumhurbaşkanı olmuştur. Halk da cumhuriyetin ilanını sevinç ve coşku ile karşılamıştır.
Cumhuriyette, Atatürk'ün de söylediği gibi, egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur. Ulus, kendini yönetme yetkisini, kendilerine temsil eden milletvekilleri aracılığı ile kullanır. Cumhuriyet yönetiminde, yurttaşın seçme ve seçilme hakkı vardır. Seçilen temsilciler, yasaları tasarlar ve yöneticileri ulus adına denetler. Ulus, seçimle yöneticileri seçebilir.

~Bayram kabul edilmesi~
29 Ekim 1923'te TBMM, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu (1921 Anayasası)’nda yaptığı değişiklikle, devletin yönetim biçimini cumhuriyet olarak ilan etmiştir. Aynı gece bu ilan, atılan 101 pare top ile kutlanmıştır. 1924 yılında ise cumhuriyetin ilanı şenliklerle kutlanmıştır.
2 Şubat 1925'te, Hariciye Vekaleti'nce (Dışişleri Bakanlığı) düzenlenen bir kanun teklifinde 29 Ekim'in bayram olması önerilmiştir.[2] Bu teklif Meclis Anayasa Komisyonu tarafından incelenmiş ve 18 Nisan'da karara bağlanmıştır. 19 Nisan'da ise teklif TBMM tarafından kabul edilmiştir. 628 sayılı bu kanun ile 29 Ekim, 1925'ten itibaren ülke içinde ve dış temsilciliklerde  bayram olarak kutlanmaya başlamıştır.



27 Ekim 2017 Cuma

28 EKİM 1923 Mustafa Kemal ATATÜRK

                                                                                                                                     
Tarihte bugün: 28 EKİM GECE SAAT 20.30
Mustafa Kemal Paşa, Çankaya Köşkü'nde 1923'te verdiği akşam yemeğinde, ''yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz'' dedi.
Atatürk, 28 Ekim 1923 akşamı İsmet Paşa, Kazım Paşa ve misafir milletvekilleri ile yemek yediği bir kare.
     28 ekim ve atatürk akşam yemeği ile ilgili görsel sonucu
       
          
Cumhuriyetin İlanı, milletin yönetilme şeklinin belirlenmiş olduğu, Atatürk'ün siyasi devrimlerinden bir tanesidir.Türk Kurtuluş Savaşı sırasında kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 25 Ekim 1923 günü gelişen bir kabine bunalımı, Büyük Millet Meclisi’nde çalışma güçlüğünü ortaya çıkardı. Saltanatın kaldırılmasının ve Lozan Antlaşması'nın ardından TBMM'de en çok tartışılan konulardan biri, yeni devletin niteliği sorunuydu. Hükümetinin dayandığı prensipler demokratikti ama bir taraftan da adı "Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti" idi. Kendisi bir hükümet olan TBMM'nin ayrı bir hükümeti ve bu hükümeti yönetecek bir başbakanının bulunmaması, meclis içinden bakanların seçiminde adayların gerekli oyu sağlamakta güçlük çekmeleri, sürekli sorunlara yol açmaktaydı. Bu şekil demokrasi idarelerinden hiç birine benzemiyordu.Atatürk'ün tavsiyesi ile 27 Ekim 1923'te Ali Fethi (Okyar) Bey başkanlığındaki hükümetin istifası ve Cumhuriyet Halk Partisi grubunun yeni hükümet listesi üstünde anlaşmaya varamaması üzerine,Atatürk 28 Ekim gecesi arkadaşlarını toplayarak sorunun gerçek çözümüyle ilgili düşüncesini açıkladı ve İsmet İnönü'yle o gece, devletin niteliğinin cumhuriyet olduğunu saptayan bir yasa tasarısı hazırladı.

28 Ekim 1923 günü akşamına kadar kabine kurulamaması üzerine, Gazi Mustafa Kemal Paşa, Çankaya köşkünde yemek sırasında arkadaşlarına; “Yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz” diyerek görüşünü açıkladı. 29 Ekim günü Halk Fırkası Meclis Grubunda, Bakanlar Kurulunun oluşturulması konusunda tartışıldı. Sorun çözülemeyince, Gazi Mustafa Kemal Paşa’dan düşüncelerini açıklaması istendi. Mustafa Kemal Paşa, bunalımdan çıkış yolunu Anayasanın değiştirilmesi zorunluluğu ile açıkladı. Cumhuriyetin ilanını hedefleyen tasarıyı da grubun bilgisine sundu. Grupta cereyan eden uzun müzakereler sonunda, Cumhuriyetin ilanı kabul edildi. Parti Grubu’ndan sonra, Meclis toplanarak hazırlanan kanun tasarısını aynen kabul etti. “Yaşasın Cumhuriyet” sesleri arasında gece saat 20.30’da Cumhuriyet ilan edildi. Cumhuriyetin ilanı 1921 tarihli Anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesine dair 364 No.’lu Kanunun kabulü ile olmuştur. Bu kanunla, Anayasanın 1, 2 , 4, 10, 11 ve 12’nci maddeleri önemli ölçüde değiştirilmiştir. Bu önemli değişiklikler, 29 Ekim günü yapılmış ve aynı gün, Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılarak, Gazi Mustafa Kemal Paşa oybirliğiyle yeni Türk Devletinin ilk Cumhurbaşkanı seçilmiştir.

Aynı toplantıda Büyük Millet Meclisi oy birliği ile Cumhurbaşkanlığına Ankara Milletvekili Gazi Mustafa Kemal'i seçti. Türkiye'nin ilk Cumhurbaşkanı vakur ve sevinçli bir yüz ile kürsüye çıktığı zaman büyük bir alkış kopmuş, bu sürekli alkışlar arasında konuşan Mustafa Kemal, "Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır" cümlesiyle konuşmasına son vermiştir.

4 Ekim 2017 Çarşamba

4 EKİM DÜNYA HAYVANLARINI KORUMA GÜNÜ

Sokak hayvanlarına, başta belediyeler olmak üzere herkesin sahip çıkması gerekir. Ne yazık ki birçok yerde içler acısı can dostlarımızın halleri. Onların da bizler kadar yaşam hakları var oysa hayatta, fakat o kadar çok zalim insanoğlu var ki yaşamımızda insan demeye el vermiyor yüreğim yaptıkları vicdansızlıklar karşısında. Bir canı beslemek ya da şefkat göstermekten çok öte, zalimce, vahşice katliam yapan ve bundan zevk alan zavallılar var.

Daha vahim olanı ise zoofili sapkınları. Zoofili, kişilik bozuklukları, dürtü kontrol sorunları, özgüven yetersizliği, sapkınlığın bir başka hale bürünmüşlüğü neticesinde o güzelim masum canlara sapmaları ne yazık ki kahretsin! Tabi ki bu derece komik cezalar ve uygulamalar sonucunda caydırıcı oluyor mu diye sorgulamak gerekir değil mi?
Yoksa günden güne artan bu sapkınlıklar, daha doğrusu sapkınlar, caydırıcı, ağır cezalara maruz kalsaydı devam edebilirler miydi ki?

En çok da sevgiye ihtiyaçları var masum canların. Biraz sevgi, biraz şefkat, bir kap mama ve bir kap su sokakta yaşayan canlara, bu kadar basit işte hayvanlara karşı duyarlılığımız en azından. O kadar az ki dünyada kapladıkları alanlar ama yine de birçok insanın gözünde gereksiz görülüyorlar.

Bir gün konuşmayı deneyin derim onlarla inanın bambaşkadır sezgileri ve sevgileri. Sadece sevgi... Ve ne olur sahiplendiğiniz bir canlıyı asla terk etmeyin asla...Ne güzel demiş, Anatole France: İnsan ruhunun bir parçası hayvan sevgisini tadana kadar uyanmaz.
            Oyyyy benim bebişim, yaramaz, kaprisli, akıllı oğluşum, Garfield



Hayvan severler ilk kez İngiltere'de 1822 yılında bir araya geldiler ve hayvanları korumak, insanların hayvanlara iyi davranmalarını ve hayvanların daha iyi koşullarda beslenme ve korunmalarını sağlamak amacıyla Hayvanları Koruma Birliği'ni kurdular. Bu hareket daha sonra tüm dünyaya yayılmaya başladı.
Aynı amaçlı dernekler birleşerek Hollanda kenti Lahey'de Dünya Hayvanları Koruma Federasyonu'nu oluşturdular. 1931 yılında toplanan bu kuruluş 4 Ekim'i Hayvanları Koruma Günü ilan etti.

~HAYVANLARIN ÇOCUKLARIN GELİŞİMİNDEKİ 8 MUCİZE ROLÜ~
Uzmanlara göre hayvanlar çocukların sosyal, duygusal, zihinsel ve fiziksel gelişimine önemli katkılar sağlıyor.

1-GÜÇLERİNİ ADİL KULLANMAYI ÖĞRENİRLER: Konuşamayan, üzüntüsünü, sevincini derdini anlatamayan bir hayvan sadece çocuklara değil hepimize güçsüz canlıyı temsil eder. Çocuklar hayvanlarla birlikte gücünü adil ve dengeli kullanmak gibi önemli temel nitelikler edinir.

2-EMPATİ YAPMA BECERİLERİ GELİŞİR: Kendinden farklı olan ve derdini anlatamayan bir canlıyı anlamaya çalışan çocuğun çoğu çocukta rastlayabildiğimiz ben merkezci anlayışı yerini, kendini diğerinin yerine koyan bir bakış açısına, hoşgörüye ve empatiye bırakır. Kendinden farklı inanç, görüş ve fikirdeki insanlara karşı daha anlayışlı olur.

3-KENDİNE YETEREK BAĞIMSIZ BİR KİŞİ OLMAYI ÖĞRENİRLER VE SORUMLULUK DUYGULARI GELİŞİR: Bir canlının O’na ihtiyacı olduğunu bilmesi ve o hayvanın sorumluluğunu taşıması sebebiyle çocuklardaki sorumluluk duygusu yaşıtlarından daha ileri seviyede olur. Bu çocuklar düzenli olma, insiyatif kullanma ve güvenilir olma konularında hep bir adım önde yer alırlar.

4-İNSAN İLİŞKİLERİNİN TEMELİ OLAN SEVGİNİN GÜCÜNÜ KEŞFEDERLER: Bir canlıyı beslemek, sevmek, Onun iyiliğini düşünmek bir çocuğa, başkalarının varlığının da kendisininki kadar değerli olduğunu öğretir. Sevgisini ve ilgisini baktığı bir hayvana veren, Onunla konuşan, dertleşen, mutluluğunu üzünütülerini Onunla paylaşan çocuk özellikle köpek gibi sadakat duygusu olan bir canlının ona nasıl fazlasıyla karşılık verdiğini gördükçe sevginin karşılıklı olunca anlamlı olan güçlü bir ilişki olduğunu keşfeder.

5-BAĞLILIK DUYGUSUNU TANIRLAR: Beslemek, dışarı çıkarmak, dışarıda Ona yol gösterip refakat etmek, hastalandığında çözüm bulmaya çalışmak, rutin aşılarını takip etmek gibi bakımla ilgili işleri üstlendiğinde hayvanın gittikçe artan ilgi ve sevgisine sahip olacak olan çocuk bağlılık duygusuyla tanışır.

6-ÖZGÜVENLERİ ARTAR: Hayvanın kendine bakan bir insana ihtiyacı vardır. Bir canlının kendine ihtiyacı olduğunu ve bu bağ ile yaşamını sürdürebildiğini bilmek çocuğun kendine güvenini besleyip pekiştiren eşi bulunmaz bir durumdur.

7-İLETİŞİM BECERİLERİ ARTAR: Sosyal bir ortamda eğer evcil hayvanlar varsa, çocuklar daha konuşkan ve birbirlerine karşı iletişime daha açık olurlar. Evcil hayvan besleyen çocuğun onunla yaşadıklarını anlatması çocuk için en eğlenceli işlerden biridir. Bu vesileyle konuşma becerisini ve kelime dağarcığını da geliştiren çocuk daha kolay arkadaş edinir ve sosyalleşir. Engelli ya da otizmli çocuklar iletişime kapalıdır ve bunun için çoğu otizmli çocuk eğitim almaktadır. Fakat eğer evde çocuğun bağlılık duyduğu bir evcil hayvan varsa, yanına gelen kişi evcil hayvan hakkında sorular sormaya başladığında çocuk cevap vermeye daha açık bir hale gelir.

8-KOŞULSUZ DOSTLUĞUN GÜZELLİĞİYLE TANIŞIRLAR: Evcil hayvanların çocuklar için zamanları hep vardır. Bu yüzden bu küçük sevimli dostlar kendini yalnız hisseden çocuklar için en iyi yoldaştır. Hayvanlar çocukları sorgusuz sualsiz oldukları gibi de kabul ettiklerinden aralarında çok özel ve çok farklı bir bağ oluşur.

8 Eylül 2017 Cuma

9 EYLÜL İZMİR'İN KURTULUŞU

          Doğum günün kutlu olsun güzel İZMİR'im. Başta ulu önderimiz, baş kumandanımız, Ata'mız, Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, milli mücadeleye destek olan, canı pahasına savaşan ve güzel yurdumuzu düşmanlardan kurtaran Anadolu kadınlarımıza ve tüm şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum. Ruhları şad, mekanları cennet olsun! Ne mutlu ki Ata'sını, bayrağını, ecdadını, dinini, milletini bilenlere. Asla ama asla gölge düşüremeyeceksiniz Cumhuriyet'çi laik düzene. Bizler Cumhuriyet'in bekçileriyiz! İzmir Cumhuriyet'in kalesi, ve Cumhuriyet aşığı aydınları ile dimdik duruşunu her daim sergilemiş bir kenttir. İzmir'li aydın bir kadın olarak diyorum ki bizler, tüm yasaklamalara, eksiltmelere rağmen; laik, aklı selim, soran, sorgulayan ve kavrayan, Ata'sının izinde ilerleyen aydın gençler yetiştireceğiz.

      
~İzmir’in Kurtuluş Destanı~
Mustafa Kemal, 1 Eylül günü o tarihi emrini verdi: Ordular ilk hedefiniz Akdeniz, ileri!.. Ve taarruza geçen Türk askeri, 9 Eylül’de Yunan işgali altındaki İzmir’e girdi. Düşmanı denize döktü. Tarihe geçecek bir destan yazdı
Tarih, 9 Eylül 1922… Mustafa Kemal komutasındaki Türk askeri, tarihe altın harflerle yazılan zaferlerine yenisi ekledi… Yaklaşık 3 yıldır Yunan işgali altında olan Ege'nin incisi İzmir'i düşmandan kurtardı… İşte tarihe geçen o destanın öyküsü…
Tarih: 15 Mayıs 1915… 1. Dünya Savaşı sonrası Yunan Ordusu, İzmir'i işgal etti. Anadolu'nun neredeyse tamamı düşman askerleriyle doldu. O gün, gazeteci Hasan Tahsin Kordonboyu'nda Yunanlılara ilk kurşunu sıktı. Kurtuluş mücadelesinin ilk kıvılcımını ateşledi. İzmir'in işgalinden sadece 4 gün sonra, 19 Mayıs 1919 günü Samsun'da vatan ve millet aşkıyla dolu bir milletin düşmana karşı kurtuluş mücadelesi başladı. O mücadelenin başında Mustafa Kemal Atatürk vardı…

~HALK SEVİNÇLE KARŞILADI~
Her türlü zorluğa rağmen Mustafa Kemal komutasındaki ordu, zafer üstüne zafer kazandı. Anadolu'yu ve Rumeli'yi tek tek düşmandan kurtardı. 26 Ağustos 1922'de Büyük Taarruz başladı. Türk askerinin ilerleyişi karşısında düşman orduları kaçmaya başladı. Ve 1 Eylül 1922… Mustafa Kemal o tarihi emrini verdi: Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri! Kurtuluş sırası artık İzmir'deydi… 9 Eylül sabahı da ilk birlikler İzmir'e girdi. Türk askeri halkın sevinç gösterileri ile karşılaştı. Hükümet Konağı'na ve Kadifekale'ye Türk Bayrağı çekildi. Mustafa Kemal 9 Eylül 1922 günü karargahı ile Belkahve'ye gitti. Bir incir ağacının altında Kadifekale'de şanlı bayrağımızın dalgalandığı İzmir'i seyretti. Ve Ankara'ya, İcra Vekilleri Heyeti Başkanı Rauf (Orbay) Bey'e şu telgrafı çekti:
“BU BAŞARI MİLLETİNDİR”
“Birliklerimiz İzmir doğu sırtlarında düşmanın son direnişini kırdıktan sonra bugün mağlup düşmanla beraber İzmir'imize zaferle girdik.”
Mustafa Kemal, 10 Eylül 1922 günü Hükümet Konağı'na gitti. Halk, Ulu Önder'i büyük bir sevinç ve coşkuyla karşıladı. Atatürk, konağın balkonundan, meydanı hınca hınç dolduran İzmirlileri, selamlayıp kısa bir konuşma yaptı: 'Bu başarı milletindir.'

                               

Ben, bütün İzmir’i ve bütün İzmirlileri severim. Güzel İzmir’in temiz kalpli insanlarının da beni sevdiklerinden eminim. Yalnız bir tesadüf, beni Karşıyaka’ya daha fazla bağlamıştır. Karşıyakalılar, annem sizin bağrınızda, sizin topraklarınızda yatıyor. Karşıyakalılar, İzmir’i gördüğüm gün evvelâ Karşıyaka’yı ve orada da sizin Türk topraklarınızda yatan annemin mezarını gördüm!                                                  
                                  izmirde dağda atatürk heykeli ile ilgili görsel sonucu                 
             
                                            MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
                                
                            
                                 
                                                     İzmir'in Kavakları

                             


                                             

                                           İzmir’in dağlarında çiçekler açar
                                           Altın güneş orda sırmalar saçar
                                           Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar
                                           Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa
                                           Adın yazılacak mücevher taşa

İzmir’in dağlarına bomba koydular
Türk’ün sancağını öne koydular
Şanlı zaferlerle düşmanı boğdular
Kader böyle imiş ey garip ana
Kanım feda olsun güzel vatana

                                         İzmir’in dağlarında oturdum kaldım
                                         Şehit olanları deftere yazdım

Öksüz yavruları bağrıma bastım
Kader böyle imiş ey garip ana
Kanım feda olsun güzel vatana

                                         Peygamber kucağı şehitler yeri
                                         Çalındı borular haydi ileri
                                         Bozuldu çadırlar kalmayın geri
                                         Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa
                                         Adın yazılacak mücevher taşa

Türk oğluyum ben ölmek isterim
Toprak diken olsa yatağım yerim
Allah’ından utansın dönenler geri
Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa
Adın yazılacak mücevher taşa

~Atatürk ve Yunan Bayrağı ~

Atatürk İzmir’in Kurtuluşunda halkın coşkun gösterileri arasında kalacağı evin önüne gelince, kapının önüne serilmiş bayrağı görünce durdu, bu ipekten kocaman bir Yunan bayrağı idi. Üzerine basılarak geçilecek bir yol halısı gibi serilmişti. Kapıdaki kalabalık halk yalvarıyordu:
- Buyurunuz, geçiniz. Bizim öcümüzü alınız! Yunan Kralı, bu evden içeri, bizim bayrağımıza basarak girmişti. Siz lütfedin. Bu karşılıkla o lekeyi silin! Burası sizin şehrinizdir. Bu ev sizin evinizdir. Bu hak sizindir.
Atatürk, o yerde serili bayrağın önünde, bulunduğu noktada kaldı. Çevresindekilere baktı.
- O, geçmişse hata etmiş. Bir ulusun bağımsızlık simgesi olan bayrak çiğnenmez. Ben onun yanlışını tekrar edemem.
Bayrağı yerden kaldırttı, bembeyaz mermerlere basarak içeri girdi.

1 Eylül 2017 Cuma

Kurban Bayramı


                           
                                          
Istılahta, yani bir İslam dini terimi olarak Kurban, Allah’a yaklaşmak ve Allah rızasına ermek niyetiyle kesilen, kurban edilen, hayvan demektir.Kur'an'da geçen İbrahim peygamber ve oğlu İsmail ile ilgili kıssadan yola çıkarak, kurban kavramı, çok daha genel bir adanmışlığı, Allah için bireyin her şeyini feda edebilecek olmasını, Allah'a teslimiyeti ve ona karşı şükür içinde olmayı ifade etmektedir. Kur'an 'da Hac Suresinde geçen şu ayet, kurbanın islam inancındaki yerini özetler:

"Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Allah’a ulaşacak olan ancak, sizin O’nun için yaptığınız, gösterişten uzak amel ve ibadettir." (Hacc 22/36;37)              

Kur'an'da Anlatılan 'Kurban' Hikayesi

Kurban `Ben iki kurbanlığın torunuyum diyen peygamberimize `VENHAR emriyle emredilmiş, biz kullara da Peygambere emredilen ibadet olarak vacip olmuştur.
Kurban bütün dinlerde olduğu gibi İslam’da da vacip bir ibadettir.
Biz Muhammed ümmetine Hazreti İbrahim’in sünneti olarak intikal etmiştir. Hanefilere göre kurban kesmek vacip, Şafilere göre de sünnettir.
Kurban Allah’a yaklaşmak için Allah için kan akıtmaktır. 
Kelime anlamı da Gurbiyyet’ten gelir.
Hazreti ibrahim’in oğlu İsmail’i Allaha kurban etmesi kur’an’da şöyle anlatılır.
Hazreti İbrahim Allah’a yalvarmıştır.
-Eğer bir erkek çocuğum olursa onu sana kurban edeceğim yarabbi
Zaman geçmiş ve hazreti İbrahim’in Hacer validemizden olma oğlu İsmail doğmuştur. İsmail biraz büyüyüp serpilince hazreti İbrahim’e rüyasında
-Ey İbrahim vaadini yerine getir.
Nidası gelmiştir. Hazreti İbrahim ilk rüyansın arkasından 100 koyun kurban etmiştir.
Ertesi gün rüyasında aynı nidayı duyunca Kurban sayısını ikiye kaylayıp 200 koyun 100 deve kurban eder.
Ertesi gece aynı nidayla karşılaşınca Hacer validemize İsmail’i giydirip kuşatmasını ister ve İsmail’e der ki;
-Oğlum ben seni rüyamda Allah’a kurban ederken görüyorum.
İsmail’in bu söze verdiği cevap çok anlamlıdır.
-Babacığım. Sen emrolunduğunu yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun.
Bu konuşmanın ardından Hazreti İbrahim oğlu İsmail’i yanına alarak Arafat dağına doğru yola çıkmıştır. Bugün şeytan taşlanan mıntıkaya geldiğinde şeytan İsmail’e vesvese vermekte ve ‘Baban seni kesecek İsyan et ve kaç’ demektedir. Vesvese vermekte ısrar eden Şeytana İsmail yerden aldığı taşı atarak cevap verir. Bugün hacı adaylarımız aynı noktada haccın bir rüknü olarak şeytan taşlamaktadırlar. 
Kurban Hac ibadetinin bir parçasıdır. Hali vakti olanlar da hacı adaylarının Arafat vakfesini tamamlamasından sonra bulundukları yerde Kurban bayramının birinci, ikinci ve üçüncü günlerinde Allah için kurban keserler. 
Kurban için zekat’ta olduğu gibi nisap miktarı aranmaz. 
Hali vakti yerinde olanlar da bir kurban keserek sorumluluktan kurtulamaz. Daha çok kurban kesmelidirler.
Kurban Bayramı İslamın yardımlaşma emrinin en iyi tezahür ettiği bir ibadettir. Allah için kurban edilecek. Kan akıtılacak ama fakir fukara da bu sayede et yüzü görecektir. 
Peygamberimiz Kurban’ın üçe bölünmesini, bir bölümünün evde ikinci bölümünün akrabaya ziyafet, üçüncü parçanın da fakir hakkı olarak dağıtılmasını emretmiştir. 
Kurban olacak hayvanlar erkek koyun, keçi, sığır, manda, bizon deve ve geyik gibi hayvanlardır.
Tavuk, Horoz, Kaz gibi hayvanlardan kurban olmaz.
Kurban edilecek hayvanın küçük baş ise 1 yaşını doldurmuş olması, büyük baş ise 2 yaşını aşmış olması gerekir. Devede bu sınır beş yaştır.
Bir gözü kör, dişleri olmayan ve görünen bir eksik uzvu olan hayvanlardan kurban olmaz.
Küçük başlar bir kişi için, büyük başlar 7 kişiye kadar ortak kesilebilir.

30 Ağustos 2017 Çarşamba

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI

Bu zafer, Türk milletini yok etmeye çalışan işgal güçlerinin haksızlıklarına, yoksulluğa ve tüm olumsuzluklara karşı milletimizin Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde tüm dünyaya Türk milleti bağımsızdır ve bağımsız kalacaktır, ay yıldızlı bayrağımız milletimiz var oldukça gökyüzünde dalgalanacaktır diye haykırdığı, asil milletimizin şanlı zaferidir.
Ay Yıldızlı Bayrağımızı özgürce dalgalandıran, bu bayrağın altında özgürce yaşamamıza sebep olan, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere kahraman silah arkadaşlarının, vatan uğruna canlarını feda eden yüce Anadolu kadınlarının, tüm şehitlerimizin ruhu şad olsun! Allah onlardan razı olsun. 30 Ağustos Zafer Bayramı'mız kutlu olsun.Tüm şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum. Ne Mutlu Türküm Diyene!          ATAM İZİNDEYİZ!
Gazi Mustafa Kemal'in başkomutanlığını yaptığı Türk ordusu, 26 Ağustos 1922'de düşmana saldırdı. Birkaç saat içinde düşman mevzileri ele geçirildi. 30 Ağustos'ta düşman çember içine alındı. Sağ kalanlar esir alındı. Esirler arasında Yunan Başkomutanı Trikopis de vardı.
Bu savaş, Atatürk'ün başkomutanlığında yapıldığı için Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak adlandırıldı.
Büyük Taarruz'un başarıyla sonuçlanmasından sonra Yunan orduları İzmir'e kadar takip edildi. 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtarılmasıyla Türk toprakları Yunan işgalinden temizlenmiş oldu.                                       Otomatik alternatif metin yok.                                                                                                                                                                                                                                         

21 Haziran 2017 Çarşamba

Kadir Gecesi


Kadir Gecesi, (Arapça: لیلة القدر), İslam inancına göre Kur'an'ın, Allah tarafından Cebrail aracılığıyla Muhammed'e vahyedilmeye başlandığı gecedir.
Kadir Gecesi'nden Mekke devrinde nazil olan ve Kur'an'ın doksan yedinci sûresi olan beş ayetlik Kadir Suresi'nde bahsedilir. Bu surede Kur’an’ın indirildiği Kadir Gecesi'nden bahsedildiği için bu sureye Kadir Suresi denmiştir. Kadir, 'azamet' ve şeref' demektir. Kadir Suresinde Kur’an’ın Kadir Gecesi'nde indirildiğinden, Kadir Gecesi'nin bin aydan daha hayırlı olduğundan, Kadir Gecesi'nin rahmet ve berekete vesile olduğundan, bu sebeple insanlık için taşıdığı değerlerden bahsedilir.

Kadir Gecesi, Müslümanlara göre çok hayırlı ve mübarek bir gecedir. Kur'ân'da şöyle tanımlanmıştır:
"Şüphesiz ki Biz Kuran'ı Kadir gecesinde indirdik. (Ey Resulüm!)Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesibin aydan hayırlıdır. Melekler ve Ruh (Cebrail) o gecede Rab'lerinin izniyle her türlü iş için inerler de inerler. O gece, tanyerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.(KADİR SURESİ) 

Kadir Gecesi'nin hangi gece olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte, Ramazan ayınının 27. gecesinde olma ihtimali yüksektir. İslam peygamberi Muhammed bin Abdullah Kadir Gecesi'nin hangi gece olduğunu kesin şekilde belirtmemiş, ancak; "Siz Kadir gecesini Ramazan'ın son on günü içerisindeki tek rakamlı gecelerde arayınız" demiştir.

~İlk vahiy~
İslam inancına göre Allah tarafından Cebrail isimli melek aracılığıyla İslam Peygamberi Hz. Muhammed'e ilk vahyin indirildiği yer, Nur Dağı'ndaki Hira Mağarası
İslam inancına göre Allah Kur'an'ın ilk ayetlerini Cebrail isimli melek aracılığıyla İslam dininin Peygamberi Muhammed'e Nur Dağı Hira Mağarası'nda göndermiştir. İndirilen ilk ayetler Alak Suresi'nin ilk 5 ayetidir.
Muhammed, 40 yaşına yaklaştığında toplumdan uzaklaşarak Mekke’nin kuzeyinde, Nur dağındaki Hira mağarasında inzivaya çekilmeyi ve burada vakit geçirmeyi adet edinmiş, bu durum 1-2 yıl devam etmiştir. 610 yılında bir Ramazan gecesi (Kadir gecesi) hırkasına bürünüp Hira Mağarasında tefekküre daldığı bir sırada ilk vahyi almıştır. Muhammed'in 610 yılından başlayarak, vefat ettiği yıl olan 632'ye kadar aldığı vahiyler Kur'an'ı oluşturur. İlk vahiy şu şekilde anlatılır:
                                                                 
Muhammed, bir sesin kendisini ismi ile çağırmakta olduğunu duydu. Başını kaldırıp etrafına baktı fakat taş ve ağaçlardan başka bir şey göremiyordu. Bu sırada her tarafı ansızın bir nur kaplamıştı; dayanamayıp bayıldı. Kendisine geldiğinde karşısında vahiy meleği Cebrail'i gördü.
Cebrail O'na: "Oku" dedi.
Muhammed: "Ben okuma bilmem" diye cevap verdi.
Cebrail, Muhammed'i kucaklayıp güçsüz bırakıncaya kadar sıktı ve "Oku" emrini tekrarladı.
Muhammed: "Ben okuma bilmem, söyle ne okuyayım" diye cevapladı.
Cebrail emrini tekrarlayıp üçüncü defa Muhammed'i sıktıktan sonra Alak Suresi'nin ilk beş ayetini Muhammed'e vahyetti: "Yaratan Rabb'inin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabb'in sonsuz kerem sahibidir. O Rab ki kalemle yazmayı öğretendir. İnsana bilmediği şeyleri öğretendir."
Meleğin arkasından Muhammed de bu ayetleri tekrarladı. Heyecanla mağaradan çıkarak evine doğru hızlıca gitmeye başladı. Yolda ilerlerken gökyüzünden bir sesin: "Ey Muhammed! Sen Allah'ın elçisisin, Ben de Cebrail'im" dediğini duydu. Başını kaldırdığı zaman, Cebrail'i gördü. Korku içinde evine vardı.
Eşi Hatice'ye: "Beni örtün, çabuk beni örtün" dedi. Bir müddet dinlenip heyecanı geçtikten sonra yaşadıklarını eşi Hatice'ye anlattı, "Korkuyorum Hatice, bana bir zararın gelmesinden korkuyorum", dedi.
Hatice, O'nu şu sözlerle teselli etti: "Öyle deme. Allah'a yemin ederim ki, Yüce Allah, hiç bir zaman seni utandırmaz. Çünkü sen , akrabanı gözetirsin. İşini görmekten aciz kimselerin işlerini yüklenirsin, Fakire yardım edersin. Misafiri ağırlarsın"
Hatice daha sonra bu durumu Varaka bin Nevfel'e anlattı ve Muhammed'i Varaka'ya götürdü. Varaka haniflerdendi. Tevrat ve İncil'i okumuş, İbrani dilini ve eski dinleri bilen bir ihtiyardı. Varaka Muhammed'i dinledikten sonra: "Müjde sana Ey Muhammed, Allah'a yemin ederim ki sen İsa'nın haber verdiği son Peygambersin. Gördüğün melek, senden önce Yüce Allah'ın Musa ve İsa'ya göndermiş olduğu Ruhu'l-Kudüs'tür. Keşke genç olsaydım da, kavmin seni yurdundan çıkaracağı günlerde sana yardımcı olabilseydim... Hiç bir Peygamber yoktur ki, kavmi tarafından düşmanlığa uğramasın, eziyet görmesin" dedi.