Kiss the rain -Yiruma ☆彡

21 Mart 2016 Pazartesi

DÜNYA DOWN SENDROMU FARKINDALIK GÜNÜ

                                                          Sevimli meleklerimiz ...                                                                                     Hastalık değil, farkındalık demek daha güzel bir tanım aslında öyle değil mi?

21 Mart Down Sendromu Farkındalık Günü kapsamında çeşitli etkinlikler düzenleniyor. Down sendromu, genetik düzensizlik sonucu insanın 21′inci kromozom çiftinde fazladan bir kromozom bulunması durumu ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan hastalığa verilen isimdir.
Doç. Dr. Barış Ekici “Down sendromu tanısı yaşamın ilk günlerinde yapılacak kromozom analizi ile konulabilir. Bu bebeklerde görülen bazı fiziksel özellikler çekik küçük gözler, basık burun, kısa parmaklar, kıvrık serçe parmak, kalın ense, avuç içindeki tek çizgi, ayak başparmağının diğer parmaklardan daha açık olmasıdır. Down sendromlu çocuklarda sıklıkla kalp ve nörolojik sorunlar da görülür” dedi.
Erken dönemde fizyoterapi gerekir
Down sendromlu bebeklerde ilk ortaya çıkan nörolojik sorun gevşekliktir. Beyin gelişiminin daha yavaş olması yanında eklemlerin daha yumuşak oluşu gevşekliği artırır. Bu bebeklerin motor gelişimi yaşıtlarının gerisinde kalır. Ortalama yürüme yaşı 2 ila 2.5 arasındadır. Erken dönemde başlanacak fizyoterapi ve rehabilitasyon ile gevşekliğin üstesinden gelmek mümkündür. Bunun dışında down sendromlu bebeklerin yüzde 5-13'ünde sara krizleri ortaya çıkar. Sara krizleri özellikle 1 yaşından önce görülür. İnfantil spazm denilen bu nöbetlerin erken tanınması mental kapasitenin korunması açısından önemlidir. Down sendromlu bebeklerde görülen sara krizleri tedaviye iyi yanıt verir. Yaşamın ilerleyen yıllarında dirençli nöbetler nadiren görülür.

DOWN SENDROMU KENDİ İÇİNDE KAÇ ÇEŞİDE AYRILIR?

Trizomi 21: Bütün hücreler ekstra bir 21. kromozama sahiptir. Down sendromlu insanların % 94'ü bu gruptadır.
Translokasyon: Ekstra 21. kromozom başka bir kromozoma bağlanır. Down sendromlu insanların %4'ü bu gruptadır.
Mozaik: Hücrelerin bir kısmı ekstra bir 21. Kromozama sahiptir. Down sendromlu insanların % 2'si bu gruptadır.

DOWN SENDROMU'NA SAHİP OLAN KİŞİLERİN ÖZELLİKLERİ NELERDİR?
Down Sendromlular'da görülen bazı fiziksel özellikler: Çekik küçük gözler, basık burun, kısa parmaklar, kıvrık serçe parmak, kalın ense, avuç içindeki tek çizgi, ayak baş parmağının diğer parmaklardan daha açık olmasıdır. Bu özelliklerin hepsi veya birkaçı görülebilir.

Down Sendromlu bebekler istisnalar olmakla beraber yaşıtlarından daha yavaş büyürler. Zihinsel gelişimleri geriden gelmektedir. Bu gerilik, yaş büyüdükçe daha belirgin olarak gözükmekte, ama uygun eğitim programları ile Down Sendromlu çocuklar da pek çok başarıya imza atmakta ve toplum hayatı içinde anlamlı hayatlar kurabilmektedirler. Burada düzenli ve disiplinli bir eğitim programı ve bol tekrar en önemli faktördür.

Down Sendromlu bireyler genel olarak yaşıtlarından daha kısa boylu olurlar ve metabolizmalarının yavaş çalışması nedeni ile
doğru beslenme alışkanlığı edinmezlerse ileri yaşlarda kilo problemi yaşayabilirler.





             Down Sendromu Derneği Kamu Spotu



AŞIK VEYSEL ( ÖLÜM YILDÖNÜMÜ )

Bugün dünyaca ünlü halk ozanımız Aşık Veysel'in ölüm yıldönümüdür. Kendisini rahmetle anarken; hayatı ve eserleri hakkında bilgi vermek istedim. Aşık Veysel, dizelerinde sevgiyi kardeşliği, doğayı, ölümü, eşsiz bir üslupla betimlemiştir.  Gözleri görmese de gönül gözüyle bizlere aktardığı iç dünyasının inanılmaz güzelliğini şiirlerinde bulabiliriz...

Aşık Veysel 1894 yılında Sivas’ın hiç bilinmeyen, dünyadan kopuk bir köyünde doğmuştur. Bu yıllarda bütün Osmanlı ülkesinde olduğu gibi her yerde açlık ve kıtlık vardı. Sivrialan köyü de bunlardan daha da iyi değildi. Köyün üretimi çok düşüktü. Üretim yapacak erkeklerin büyük bir çoğunluğu Yemen ve diğer Arap çöllerinde savaşta ölmüştü. Kalanların bir kısmı askerdi. Veysel’in gençlik yılları yalnızlıkla geçiyordu. Köye arada bir yaşlı halk ozanları, ocakzade dedeler ve Bektaşi babaları uğruyordu. Veysel'in yaşamının en mutsuz anlarıydı bu zamanlar.

Veysel’i mutsuz eden etmenlerin başında gözlerinin görmemesi değil, yaşıtlarının asker olmasıydı. O’nu en çok seferberlik yılları etkilemişti. Ülke bir işgalden, bir de despot ve unutulmuşluktan kurtarılacaktı. Kendisinin bunda payının olmaması onda derin izler bırakıyordu. İlerki aşamalarda yazdığını vatan ve yurt sevgisi şiirleri bu düşünce ve duyguların dışa vurumu olacaktı.

Aşık Veysel'in Sivas'ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde yaşayan akrabası ve komşuları, birleştirici yönü, yapıcı kişiliği, sadeliği, mütevaziliği, titizliği ve sazına olan bağlılığıyla hatırladıkları halk ozanının bir özelliğini de şöyle vurguluyorlar...

"Sazına teli kendi takardı ve çaldıktan sonra da sazını öpmeden asla yere koymazdı"

Her şeyden evvel Veysel ümmi değildi. Veysel el ve gözleriyle değil. Gönlüyle okuyup yazıyordu. Okulu yöredeki Bektaşi dergahları, öğretmenleri, dede ve babalardı. Etkileşimi ise yörenin büyük ozanları ve arkadaş ilişkileriydi. Kimdir bunlar?



(Aşık Veysel'in kendi sesinden şiir dinletisi...
Birlik beraberlik olmamız gereken bir zaman diliminde ihtiyacımız olan değerleri ne de güzel anlatmış dizelerinde zamanın bir döneminde
Aşık Veysel... Ruhu şad olsun...)

Bir önceki kuşaktan; Ağahi, Kemter, Serdari, Aşık Veli, Talibi vd. Kendi kuşağından, Aşık Hüseyin, Ali İzzet, İzeti, Devrani, Aziz Üstün, arkadaş ilişkilerinde Kürt Kasım, Cört İbrahim, Küçük Veysel, Veli, Köyünden Hıdır Dede, Ali Özsoy Dede ve Çamşıhından gelen dedeler, zakirler, aşıklar.

Veysel 1931 Sivas Aşıklar Bayramına kadar bu özetlenen kişiler ve çevrenin etkisindedir. Söylediği türküler usta malı deyiş ve samahlarla aşık amadır. Aşıklar Bayramı Veysel'i farklı bir yöne taşımasına karşın o yine de geçmişiyle geleceğini birlikte yürütmüştür.

Veysel’i var eden koşullar geçmişidir, ilişkileri ve çevresidir. Sonrası bu birikimler üzerinden yürümüştür. Bu temel olmasa, Veysel de olamazdı.

Cumhuriyet devrimlerine sıkı sıkıya bağlı olması, ve sürekli Atatürk devrimlerini seslendirme de Cumhuriyet aydınının payı da büyüktür. Bunların başında Ahmet Kutsi Tecer, Sabahattin Eyüboğlu, halkevleri, Köy Enstitüleri gelmektedir. Tecer’in deyimiyle Veysel’in varolan dili bu dönem çözüldü. Bu konuyu Aşık Veysel şöyle ifade ediyor ‘Tecer dilimizin bağını çözdü çok şükür” Aşık Veysel’i değerlendirenler Cumhuriyetteki yerini iyi saptıyorlar. Çünkü değerlendirmeler sonraki dönemi ne ilişkindir. Bu tarzdan bakınca şu yargıya katılmamak elde değil. “Cumhuriyetten sonra gelen A.Kutsi Tecer’lerin, A. Muhip Dranasların, Orhan Veli ve Cahit Sıtkıların yeri Veysel’in yeridir.”

Halk şiirine kazandırdıklarıyla halk kültürünün zenginleşmesini sağlayan ünlü ozan, tarihimize yaptığı tanıklığı dizelerine yansıtarak, Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu ve bu günlere gelişimizi şiirlerine yansıtmıştır. Bir vatanın nasıl işgalden kurtarıldığını, Anadolu insanının hangi şartlarda mücadele ederek tek yumruk olduğunu, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün yeni Türkiye Cumhuriyeti'ni hangi şartlarda kurduğunu şiirleriyle anlatan Aşık Veysel Şatıroğlu, vatan sevgisini her zaman yüreğinde hissetmiş, ardından bıraktığı eserleri ile de gençlerimize bu duygularını aktarmıştır. 

Günümüzde önemi daha da iyi anlaşılan insan hakları kavramını o tarihlerden itibaren benimseyen büyük ozan, hemen hemen her şiirinde insan sevgisine değinmiş, toplumda birlik ve beraberlik duygularının gelişmesi yönünde önemli katkılar sağlamıştır. Halk ozanı olmasının yanı sıra topluma ışık tutan aydın kimliği ile de ön plana çıkan Toprak dostu, doğa aşığı Aşık Veysel Şatıroğlu'nun birlik ve beraberlik sembolü eserleriyle insanların kalbinde sevgi ve barış tohumları ekmeye devam edeceğine inanır.

Aşık Veysel kimilerine göre Ozanlık geleneğinin son temsilcisidir.Oysa Veysel ne ozanlık geleneğinde son halka, ne de abartılmış bir kişilik. Oysa Veysel’le ilgili bilinmeyen çok yönler var. Yaşadığımız koşullar Veysel’i daha da güçlü kılacaktır.

Allah Birdir Peygamber Hak
~~~~
Allah birdir Peygamber Hak
Rabbül alemindir mutlak
Senlik benlik nedir bırak
Söyleyim geldi sırasi

Kürt'ü Türk'ü ve Çerkez'i
Hep Adem'in oğlu kızı
Beraberce şehit gazi
Yanlış var mı ve neresi?

Kuran'a bak İncil'e bak
Dört kitabin dördü de Hak
Hakir görüp ırk ayırmak
Hakikatte yüz karası

Bin bir ismin birinden tut
Senlik benlik nedir sil at
Tuttuğun yola doğru git
Yoldan çıkıp olma asi

Yezit nedir, ne kızılbaş
Değil miyiz hep bir kardaş
Bizi yakar bizim ateş
Söndürmektir tek çaresi

Kişi ne çeker dilinden
Hem belinden hem elinden
Hayır ve ser emelinden
Hakikat bunun burası

Bu alemi yaratan bir
Odur külli şeye kadir
Alevi Sünnilik nedir
Menfaattir varvarası

Cümle canlı hep topraktan
Var olmuştur emir Hak'tan
Rahmet dile sen Allah'tan
Tükenmez rahmet deryası

Veysel sapma sağa sola
Sen Allah'tan birlik dile
İkilikten gelir bela
Dava insanlık davası…

18 Mart 2016 Cuma

18 MART ÇANAKKALE ZAFERİ

Bugün Çanakkale Zaferi'nin 101. yıl dönümüdür.

Çanakkale Zaferi'ni hatırlatmak ve o dönemlerde içine düşülen sıkıntı ve buhranı unutmayarak, birlik beraberlik içinde yaşamamızın önemini bir kez daha belirtmek istedim ki özellikle gençlere ilham olsun değerlerimiz.
Tarihimizi, ecdadımızı, zaferlerimizi nesillerimize anlatmalı, yaşamalı, yaşatmalıyız.

 101 yıl önce bağımsızlığımız adına; kadınıyla, çocuğuyla, genciyle, yaşlısıyla, dini, mezhebi ne olursa olsun tek yürek olup, vatan uğruna gözlerini kırpmadan ölüme koşan yüz binlerce canın kıymetini bilmek, onları anlatmak gençlerimizin daha güçlü, daha şuurlu olmalarına bir nebze olsa da katkı olabilir belki de...

Üzerinde yaşadığımız yüce toprak uğruna 253 bin şehit verdik. Ben rakamı yıllardır 253 bin olarak bilirim fakat bir kaç basında 57 bin olduğu da söylenmektedir.

Ya şehit onbaşı Seyit'in büyük bir coşku ve heyecanla defalarca okuduğu "Ulu ve yüce Allah'tan başka hiçbir güç ve kuvvet yoktur " duası ile "257" okkalık top mermisini kucaklayıp omza alması ve demir basamakları tam 3 kez inip çıkması mucizelerin en büyüğü değil midir? Yaradanın o haykırışa ilahi bir mucizesi değil midir?
Bu onurlu mücadelede askerlerimizin galibiyeti ve düşman devletlerinin geri çekilmesi sonucunda Çanakkale Zaferi bir efsane oldu. 

Ruhları şad olsun! Allah onlardan razı olsun!        
"Rabbim onlardan ebediyen razı olsun. Ruhları şad mekanları cennet olsun."

                                                          NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE !!!           ~E. NİŞLİ~


KENDİ CENAZE NAMAZINI KILDILAR
Bütün dudaklar kıpır kıpır dualar okuyor,  kelime-i şehadet getiriyor. Süre uzuyor. Yüzbaşı erlere sesleniyor...
"Yavrularım... Aslanlarım... Biraz sonra Cenab-ı Rabb'ül Alem'in huzuruna varacağız. Abdestsiz gitmeyelim... Haydi !
Tüfeklerimizin kabzalarına ellerimizi sürüp, hep beraber teyemmüm edelim..."
Teyemmüm edilir... Bekleme devam etmektedir. Biraz sonra Yüzbaşı;
" Çocuklarım... Sanıyorum biraz daha bekleyeceğiz...Önümüzde biraz daha zaman var. İleride arkadaşlarımız şehit oluyor."
Hem onlar için, hem de vakit varken, kendi cenaze namazımızı kendimiz kılalım."

" Kabe Karşımızda... "
Arkadan Of'lu Ali çavuş bağırır. " ER KİŞİ NİYETİNE... 

"Rabbim onlardan ebediyen razı olsun. Ruhları şad mekanları cennet olsun.



~SEYİT ONBAŞI~

Çanakkale Savaşları'nda Deniz Savaşları sırasında Seddü'l- bahir açıklarında bulunan düşman gemileri Morto Koyu ile Seddü' l- bahir tepesini sürekli bombardıman altına almışlardı. Türk mukavemeti gittikçe azalıyordu. Kendilerini Allah' ın koruyuculuğuna bırakan Türk birlikleri şehitlik mertebesine ulaşmayı arzu edercesine, kaçmak yerine son gayretleriyle mücadele ediyorlardı. Bu sırada bir İngiliz gemisinden atılan büyük bir bomba Morto Koyu sırtlarındaki bir topçu birliğimizi toptan imha etti. İçlerinden yalnızca Seyid Ali Çavuş kurtulmuştu. Çavuş etrafındaki manzara karşısında duyduğu ızdırap ile dünyada eşine az rastlanacak bir olay gerçekleştirdi. 

Duyduğu acı ile normalde üç kişinin zor taşıdığı  257  kiloluk bombayı yerinden tek başına kaldırdı, taşıdı, topun namlusuna sürdü ve ateşledi.  Bu mermi gideceği yeri de biliyordu.  Queen Elizabeth gemisinin bacasından içeri girdi ve gemi ortadan ikiye ayrılarak battı. Burada, 257 okkalık bir mermiyi kaldırarak olağanüstülük gösteren  "Seyit Ali Onbaşı " ile ilgili menkıbeyi Mehmet İhsan GENİŞÇAN, eserinde şöyle anlatıyor: 

" Ne hikmetse bataryada tek top ayakta kalabilmiş,  fakat onun da vinci kırılmış olduğundan mermileri namluya sürülemiyordu.  Yüzbaşı Hilmi Bey,  etrafından birilerinden yardım alabilmek düşüncesiyle bataryadan uzaklaştığı sırada " Niğdeli Ali  "ile " Koca Seyit " ümitsiz ve perişan ne yapacaklarını düşünüyorlardı. " Ulu ve yüce Allah' tan başka hiçbir güç ve kuvvet yoktur. " duası  Seyit' in ağzından nûr tanesi gibi dökülmeye başladı. Seyit Ali, bu duayı defalarca okudu. Bu yakarış şüphesiz hiç kimseninkine benzemiyordu.  Aşk ile kendinden geçmesi ve '257 'okkalık top mermisini kucaklayıp omzuna alması bir oldu. Demir basamakları tam üç kez inip çıktı. Yanında bulunan Niğdeli Ali,  Seyit ' in göğüs ve omuz kemiklerinin çatırtısını duyuyor, hayret ve dehşet içinde kalıyordu. Topun namlusuna sürülen üçüncü mermi savaşın kaderini böylece değiştiren olayı yaratmış ve İngilizler' e ait " Ocean " isimli zırhlı, bu merminin isabetiyle korkunç yara almıştır. Aynı gün geç saatlerde Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevki Kumandanı Cevat Paşa, ödül olarak Seyit' e onbaşılık rütbesini verdi.  Merminin bir defada kendi huzurunda kaldırılmasını istedi. Bunun üzerine Seyit Onbaşı, Cevat Paşa' ya şu cevabı verdi: "  Ben bu mermileri kaldırırken gönlüm,  Allah'ın feyziyle doldu.  Ancak bu kuvvetin sırrı o anda bana  Allah' ın ihsan ettiği bir vergi idi. Bu ağırlığı kaldıracak kadar bir makama varmışsam bu dua ve rıza ile olmuştur. Ancak şimdi kaldırmam mümkün değildir kumandanım.





“Çanakkale Zaferi, Türk askerinin ruh kudretini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. 
Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız.Huzur ve sessizlik içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır.Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.” Çanakkale’de ölen düşman askerlerinin ailelerine hitaben, Atatürk’ün söyledikleri...





12 Mart 2016 Cumartesi

İSTİKLAL MARŞININ KABULU

Ülkelerin egemenliklerini ve özgürlüklerini simgeleyen değerlerin biri de "Ulusal Marşlardır". Bizim marşımız ise 12 Mart 1921 tarihinde onaylanmış ve Mehmet Akif Ersoy tarafından kaleme alınmıştır.

 Değerli arkadaşlar, değerli gençler, İstiklal Marşı'nı sevmek ülkemizi sevmektir. İstiklal Marşı'nı yürekten coşkuyla söylemek gerekir ki dizelerin hakkını verebilelim.

Bu yüce destanı yazan ve yazdıran sayısız kahramanlarımızı rahmetle anarken, satırlarımı üstadın dizelerine bırakıyorum...                                                                           ~ Emire NİŞLİ ~  

Ruhun şad olsun onurlu yüce insan Mehmet Akif ERSOY !!!

O günler ne samimi, ne heyecanlı günlerdi. O şiir, milletin o günkü heyecanının bir ifadesidir. Binbir fecayi karşısında bunalan ruhların ıstıraplar içinde halâs dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o marş, o günlerin kıymetli bir hatırasıdır. O şiir bir daha yazılmaz. Onu kimse yazamaz. Onu ben de yazamam. Onu yazmak için o günleri yaşamak lazım. O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur..

Allah bir daha bu millete bir İstiklâl Marşı yazdırmasın!..           ~ Mehmet Akif ERSOY ~            
İstiklal Marşı nedir?
İstiklal Marşı, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin millî marşı. Mehmet Âkif Ersoy tarafından kaleme alınan bu eser, 12 Mart 1921'de Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından İstiklâl Marşı olarak kabul edilmiştir.
Türk Kurtuluş Savaşı'nın başlarında, İstiklâl Harbi'nin milli bir ruh içerisinde kazanılması imkânını sağlamak amacıyla Maarif Vekaleti, 1921'de bir güfte yarışması düzenlemiş, söz konusu yarışmaya toplam 724 şiir katılmıştır. Kazanan güfteye para ödülü konduğu için önce yarışmaya katılmak istemeyen Burdur milletvekili Mehmet Akif Ersoy, Maarif Vekili Hamdullah Suphi'nin ısrarı üzerine, Ankara'daki Taceddin Dergahı'nda yazdığı ve İstiklal Harbi'ni verecek olan Türk Ordusu'na hitap ettiği şiirini yarışmaya koymuştur. Yapılan elemeler sonucu Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 12 Mart 1921 tarihli oturumunda, bazı mebusların itirazlarına rağmen Mehmet Âkif'in yazdığı şiir coşkulu alkışlarla kabul edilmiştir.  Şiiri İstiklal Marşı olarak kabul edilen Mehmet Akif Ersoy verilen ödülü (500 lirayı) Ben bu şiiri para için yazmadım diyerek bu parayı Türk ordusuna bağışladı, Mehmet Akif  İstiklal Marşı’nı ulusumuza armağan etmiş ve safahat  adlı kitabına almamıştır, nedenini sorulduğunda o şiir artık benim değildir. O ulusun malıdır.” demiştir.   
 Mecliste İstiklâl Marşı'nı okuyan ilk kişi dönemin Milli eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver olmuştur.
İstiklal Marşı Yazarı
Mehmet Âkif Ersoy İstiklâl Marşı'nın güftesini, şiirlerini topladığı Safahat'a dahil etmemiş ve İstiklâl Marşı'nın Türk Milleti'nin eseri olduğunu beyan etmiştir.
Şiirin bestelenmesi için açılan ikinci yarışmaya 24 besteci katılmış, 1924 yılında Ankara'da toplanan seçici kurul, Ali Rıfat Çağatay'ın bestesini kabul etmiştir. Bu beste 1930 yılına kadar çalındıysa da 1930'da değiştirilerek, dönemin Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefi Osman Zeki Üngör'ün 1922'de hazırladığı bugünkü beste yürürlüğe konmuş, toplamda dokuz dörtlük ve bir beşlikten oluşan marşın armonilemesini Edgar Manas, bando düzenlemesini de İhsan Servet Künçer yapmıştır. Üngör'ün yakın dostu cemal reşit rey'le yapılmış olan bir röportajda da kendisinin belirttiğine göre aslında başka bir güfte üzerine yapılmıştır ve İstiklal Marşı olması düşünülerek bestelenmemiştir. Söz ve melodide yer yer görülen uyum (Prozodi) eksikliğinin (örneğin "Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak" mısrası ezgili okunduğunda "şafaklarda" sözcüğü iki müzikal cümle arasında bölünmüştür) esas sebebi de budur. Protokol gereği, sadece ilk iki dörtlük beste eşliğinde günümüzde İstiklâl Marşı olarak söylenmektedir.
İSTİKLÂL MARŞI
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl...
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl!
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar,
"Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki FEDâ?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.
Ruhumun senden, İlâhi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne nâ-mahrem eli.
Bu ezanlar -ki şehadetleri dînin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerîhamdan, İlâhi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl!
~~ MEHMET AKİF ERSOY ~~

8 Mart 2016 Salı

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ

                                     Bugün kutlama değil, "anma" günüdür.

 Güzel ülkemizde, üzülerek ve bir kadın gözüyle toplumumuzu irdeleyerek kaleme dökmeye çalıştığım özel yazım...

Kadınlar bugüne özel değil, her dönem için çok değerli ve önemli varlıklardır. Öncelikle erkekler bilmelidirler ki; anneler, kız kardeşler, eşler de birer kadındır.

Güçlü bir toplum yaratıp bu toplum içerisinde yaşamak istiyorsak; kadını ve erkeği eşit tutmalıyız. Kadını ikinci plana atarak, onu değersizleştirerek, toplumdan sıyırarak değil, başarılarını takdir ederek, istihdam sağlayarak toplumun içinde bir birey olarak var etmeliyiz. Ayrıca kadınlar korunmaya muhtaç varlıklar değillerdir. Erkeklerin bu kavramı algılamaları gerekir. Kadınlar kendilerini ifade edebilir, koruyabilirler.

Erkek egemen bir toplumda yaşıyor olmak ve bunun dezavantajlarını yaşamak çok zordur biz kadınlar için. Hem de çok...

Yeri geldiğinde en kutsal varlık olan "ana" olmak fakat en çok da psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalmak ne acıdır oysa...

Son yıllarda gözlemlediğim "acı" durum şudur, kadın gözüyle; kimi kadın sokak ortasında öldürülür, kimi eşinin zulmünden boşanmak isterken öldürülür, kimi töre cinayetine kurban edilir, kimi iş yerinde tacize uğrar, kimi okulda tacize uğrar, kimi platonik aşka karşılık vermediği için kaçırılır, dövülür, öldürülür...

Sanırım yazmaya devam etsem kelimeler kifayetsiz kalır bunca acıya, acı yüklü yaşanmışlıklara. Kim diyebilir ki yazdıkların abartı, gerçek dışı, kim?... Her gün ama her gün gazetelerin üçüncü sayfa haberlerine manşet olan vahim acıları nasıl görmezden gelebiliriz nasıl?

Türk kadını cefakardır, vefakardır, hayatının özünde vardır emek. Evine emek verir, çocuğuna emek verir, kocasına emek verir, tarlada çalışır, iş hayatında çalışır emekçi olur yaşamı boyunca. Tek istediği belki de emeklerinin karşılığını sevgiyle, değerle ve hakkıyla alabilmektir ömrü boyunca. Yeri geldiğinde hakkını savunabilmektir.

Zordur kadın olmak zor...

Kadının kalbi kırılır, inancı kırılır, güveni kırılır...  Kırılgandır çünkü kadın hassastır, narindir.

Tüm yaşadıklarına, tüm acısına rağmen kim bilir ne fırtınalar kopmuştur yüreğinde, benliğinde. İçindeki sızısını sessizliğine sarıp sarmalamıştır kimse bilmesin daha çok canı acımasın diye.

Kadınlığından soyutlamıştır kendini. Hayata yenilmek yerine göz yaşlarıyla da olsa kendince mücadele etmiştir bir şekilde. Eğer ki ağlıyorsa kadın güçlüdür, eğer süzülüyorsa yanaklarından iki damla yaş kadın güçlüdür. Güçlü görünmek belki de koruma kalkanıdır kendince korunduğu.

Geçen yıl "Dünya Kadınlar Günü"yazıma bir göz attım.Yazık ki tüm olumsuzlukların ve acıların kat be kat arttığını bir kez daha gördüm bunca cinayet, taciz ve tecavüz vakalarının yaşandığı ülkemizde.
Bir kadına cinsiyeti sırf "kadın"olduğu için yöneltilen cinsel, fiziksel veya psikolojik şiddet ne yazık ki acıların en büyüğüdür.

Türk Ceza Kanunu'ndaki hukuksal düzenlemelerin tekrar gözden geçirilmesini ve bu konudaki cezaların en ağır şekilde uygulanmasını talep ediyorum ki vahşi insanlara caydırıcı bir uygulama olsun! Her ne kadar "mucize"beklemekle eş değerse belki de bu temenniler.

Kutlamak"nedir? kelime anlamıyla...
(mutlu bir olaya sevinildiğini, söz, yazı veya armağanla anlatmak, tebrik etmek)
(önemli bir olayın gerçekleşmesinin yıl dönümü dolayısıyla tören yapmak)
 

   " Tüm anlatımlarıma rağmen kutlanıyorsa "acılarımız" kutlayabilene aşk olsun!"
                                                                                                                                        ~ E. NİŞLİ~


                                                              ~~  TARİHÇE  ~~

 8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda 129 kadın işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 10.000'i aşkın kişi katıldı.
26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın "Internationaler Frauentag" (International Women's Day - Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi.


Arkadaşlar, tarihçeden de anlaşıldığı üzre bu özel gün "kutlama değil" "anma" günüdür!!!


                                                ~~  Mustafa Kemal ATATÜRK ~~

 Bizim dinimiz hiç bir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir! Allah'ın emrettiği şey erkek ve kadın müslümanların ilim ve irfan edinmeleridir. Kadın ve erkek bu ilim ve irfanı aramak ve nerede bulursa oraya gitmek ve onunla mücehhez olmak mecburiyet'indedir.

Bir toplum, cinslerden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum yarı yarıya zayıflamış olur. Bizim toplumumuzun uğradığı başarısızlıkların sebebi, kadınlarımıza karşı ihmal ve kusurdur.

                                          " TENİMDEN ÇOK YÜREĞİM ACIDI "